28 Kasım 2011 Pazartesi

İşkence

Kış aylarının olağan yaşamını sürdürdüğümüz bugünlerde ben de bir tembellik havasına girdim. Birşeyler yazmak nedense bir süredir içimden gelmedi. Bu pası atmaya karar verdim. Yine ister istemez, ki bazıları futbol dışına çıkmamı istese de, konuyu yine futbol olarak seçtim.

Bu hafta sonunu daha çok ev ortamında geçirdik. Durum böyle olunca da her akşam bir maç izledim. Onunla da kalmadım, bazı gündüz maçlarına da gözüm takıldı. Şu sonuca vardım ki, maalesef Türkiye liginde maç izlemenin bir başka adı 'insanın kendine işkence etmesi' oldu gözümde.

Cuma'dan başladım. Fenerbahçe maçı. Gençlerbirliği'nin bir topu direkten döndü. Spikerin yorumu kulağımda: 'Başkentte direkler sallanıyor'! Emre'nin direkte dönen vuruşundan sonra neredeyse 45 dakika geçmiş. Pozisyon yok. Uyuklar gibi maç izlediğimi hissettim. Cumartesi G.saray maçı. Kırmızı kartlar, tartışılan pozisyonlar olmasa sahada duran adamlar. Pazar TS-Bjk maçı. Son dakikalar olmasa sıradan bir 3. lig maçı havası var sahada.

Yayıncı kuruluş spikerleri doğal olarak ellerindeki ürünü en heyecanlı şekilde sunmaya çalışıyorlar ama gerçekten zorlandıkları net bir şekilde ortada. Bazen başka maç izlediğimi bile düşünür oluyorum.

Bir hafta önceye dönelim. BJK-GS derbisi öncesi. Şansal abi tahminleri sorarken 2-2 diyor. Marcus Merk bol gollü bir maç tahmini yaparken Mustafa hoca gol düellosunu Beşiktaş'ın kazanacağını iddia ediyor. Skor 0-0.

Genelde bu kadar maç seyretmem. Ama Fenerbahçe maçlarını doğal olarak kaçırmam. İddia diliyle Fenerbahçe'nin bu sezon 12 maçının 8'i alt. Yine iddia diliyle handikap 1 olarak kazanılan maç sayısı 2. Son 4 maçta attığı gol sayısı 2.

Şimdi sakın beni Fenerbahçe düşmanlığı ile suçlamayın. Son 6 maçında 9 puan alan Fenerbahçe, 12 haftada hala 3 puanla lider ise bu hem Fenerbahçe'nin Türkiye'deki üstünlüğüdür, hem de diğer takımların acizliğidir. Her zaman şükretmişimdir ama bu kez daha da şükrediyorum ki iyi ki Fenerbahçe'liyim ve Fenerbahçe'yi takip ediyorum. Diğer takım taraftarı olsam sıkıntı ve sinirden patlardım herhalde.

Tüm futbolcu kardeşlerime her zaman mesleklerinden ötürü saygı duymuşumdur. Ama ortaya konulan tablo ortada. Tat yok, tuz yok. Nedense bu tatsız ve tuzsuz görüntü transfer dönemlerinde bir çok Avrupa ülkesinden daha çok maddi açıdan ödüllendiriliyor.

Duyar gibiyim... 'Şike davasının patladığı bir dönemde daha ne bekliyorsunuz. Bu bile iyi. Futbolun canına okudular' diyenlerinizi...

Buna asla katılmıyorum. Ben de 'yargısız infaz' sonrası bir çok kulübün, öncelikle de Feerbahçe'nin tüm maneviyatının büyük zarar gördüğünü düşünenlerdenim. Ama....

Sezon başı, çalıştığım dönemlerde bana bu sezondan neler beklendiği sorulmuştu. Demiştim ki: 'Yargısız bir infazla Fenerbahçe'nin şampiyonluğu gölgelenmeye çalışılıyor. Ama buna Fenerbahçeli futbolcular izin vermeyeceklerdir. Büyük bir onur mücadelesi sonrası görülmedik bir futbolla çok iyi performans sergileyip bu sezon alacakları farklı galibiyetlerle geçen yılın hakları olduğunu göstereceklerdir'

Ne yazık ki şimdi bu tablo yok. Kör topal gidiliyor.

Efendim? Kadro mu bozuldu? Yapmayın. Tek Lugano... Emenike geçen yıl yoktu. Guiza da zaten bir anlamda yoktu. Santos'un yerine Ziegler geldi. Artı Caner bu sezon kıpırdanıyor. Niang'ın yerine Bienvenue geldi. Tek kayıp Lugano. Yoksa kilit Lugano'muydu?

Olmamalı... Fenerbahçe sistemini oturtmuş olup yerine gelen isimlerle giderek ritim kazanmalıydı. Aksine ritim giderek düşüyor. Sezona Alex'in süper performansıyla başlandı. Doğaldır, Alex duraksadı. Yerine bir tek çıkış gösteren isim olmadı. Herkes Alex'in yeniden form kazanmasını bekliyor. Bir de Volkan... İnanılmaz kader kurtarışları, tek farklı galibiyetler 3 puanın hanede kalmasını sağlıyor.

Ne mi demeye çalışıyorum... Şudur anlatmak istediğim, beklediğim... Alex ve Volkan dışında bazı oyuncuların taşın altına elini sokmaları lazım. Saçma şekillerde gündeme gelmek yerine herkes futboluyla konuşulmalı. Emre, Gökhan, Semih lider olmalı. Özer, Sezer buldukları şanslarda yokolmak yerine vazgeçilmezler arasına yol almalılar. Lugano yokken Bilica, Bekir gibi oyuncular bu şansı kullanmalı. Ve Aykut hoca Stoch'u bu takımın gediklisi yapmalı.... İstikrarı herşeyden çok istiyorum...

Vay be! Ne de çok biliyormuşum :):) Kızdınız değil mi? Tamam, sustum... ;)

Bu arada işkenceyi sürdürüp pazar akşamı malum spor programlarına da bir süre takıldım. Hani herkesin 'Hiç izlemiyoruz' dediği... Anında sosyal paylaşım sitelerinde o 'hiç izlemeyenlerin' yorumlarını da sık sık okudum. İlginç bir 'hiç izlenmeme'

Neyse... Bana göre bu programlar gerçekten 'süperler'. Yani futbol konusundan yola çıkılıp futbolun bu kadar dışına çıkıldığı bir ortam acaba dünyada var mı? Ve bu programlar niye pazar akşamı yapılıyor ki? Gerek yok! Hafta içi boşlukta konuşulsunlar.

Ya da adliye programlarının olduğu zaman dilimine kaydırılsınlar.

Dileğim bu yazdıklarım doğrultusunda benzer bir hafta sonunu bir daha yaşamamak. Aynı hatayı yapmamaya çalışacağım. Kızdım kendime. Fenerbahçe maçı ve geniş özetler bana göre fazlasıyla yeter.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Van Üşüyor

Hayatımda çok üşüdüğüm bazı günler oldu. Prag'dı biri. 1-0 kazandığımız Şampiyonlar Ligi maçıydı ve otele döndükten sonra 6-7 kahve içip 3-4 saatte kendime gelebildiğimi hatırlıyorum. Eskişehir'de öğrencilik yıllarımdı. Trenle İstanbul'dan gelmiştim. İlk Yenikent semtinin yerleşenlerinden biri olarak taksiden sonra bir süre yürüyorduk. Sabaha karşı gelmiştim ve 05.00 sularında 20 dakika yürümüştüm. İçimden 'Allah'ım sen insanları bu soğukta evsiz barksız bırakma' dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Diyarbakır'ın da soğuğunu gördüm, İsveç'in de...

Bugünlerde Van depremi sonrası bölgedeki soğukla başetmeye çalışanların mücadelesini takip ediyorum. İçim sızlayarak. Onlar için asıl savaş şimdi başladı. Kızıma bakıyorum. Orada kızı olanları düşünüyorum. Ne yapsam bilemiyorum. Gözlerim doluyor. Bana hep 'Çocuğun olsun, herşeyi daha iyi anlarsın' denirdi. Bunu diyenlere çok hakveriyorum. Gerçekmiş, hem de fazlasıyla. Bugün ondan bundan sızlananlar var. Tek lafım var onlara: Sizin çektiğiniz sıkıntıları çekenlerin anası babası ne hisseder, bunu düşünün... Ana veya baba olduğunuzu düşünün...

Ve Van'dakiler...

Tarifi olmayan sıkıntıdır çekilenler orada... O nedenle bizlerin burada aslında bunu anlatmaya çalışması bile boş. Evet, hayat devam ediyor kuşkusuz ama bu kadar büyük bir acının yaşandığı ülkenin öte yanında vur-patlasın çal-oyasın bir hayat da yadırganıyor.

Bir de insanlık dışı haberler var ki... Ne desem bilemiyorum.

Göçü çare bulan bir grup insan son biletleriyle otobüs bileti almışlar. Ortada otobüs yok. Sonuç: Dolandırılmışlar...

Van'a yardım götüren tır ihbar üzerine aranmış, içinden bilmem kaç kilo uyuşturucu çıkmış...

Dağıtılan çadırların bir kısmının büyük kentlerde satıldığı söylentileri...

Tek kelime ile utanç tablosu... Bari bunların haberleri engellense de dünyaya rezil olmasak...

Ve beni çok yaralayan bir haber daha... Doğruluk payını bilemem, araştırmadım. Ama doğruysa... Önce haber: Efendim, milli takım oyuncuları Hırvatistan'a elenince Van'a da yazık olmuş. Çünkü o prim Van'a gönderilecekmiş...

Doğruysa kardeşim dediğim o futbolcular bu ayıplarıyla yaşasınlar. Orada burada konuşup sonra 'yalanlamayı' çok iyi bilen futbolcu kardeşlerimiz konuyla ilgili 'gık' demediler.

Demediler ki, 'Öyle bir şartımız yok. Biz zaten yeterince para kazanıyoruz. Milli takım oyuncuları olarak şu kadar parayı aramızda toplayıp göndereceğiz'

Yardımın şartı şurtu mu olur? Ve bu ülkede futbolcular kadar kazanan kaç meslek grubu var? Hadi arkadaşlar... bırakın futbolu, galibiyeti... Bir meslek sahibi olarak kenetlenin. Van'da 'Futbolcular sitesi' kurun... Ya da 'Futbolcular İlkokulu' Ya da başka bir şey...

Düşünün yalnızca 4 büyüklerde oynayan oyuncuların sadece 2 yıllık kazançlarının yüzde 5'ini bir çatı altında topladıklarını... O parayla sanırım ciddi bir yatırım yapılır...

Biz bunları konuşurken Van üşüyor... Yarın için bir umut taşımadan üşüyor... Duyduğum herkes oralardan kaçmaya çalışıyor... Sonra Doğu'ya yardım yok diyoruz... Daha çok deriz... Daha çok çekeriz...

Çünkü biz garip bir milletiz...

11 Kasım 2011 Cuma

Lütfen... Samimiyet...

Yazbaşı Avrupa Futbol Şampiyonası oynanacak. Mucizenin de ötesinde birşeyler olmazsa bizler bu şampiyonayı 'futbolsever' olarak izleyeceğiz. Ne demek lazım? Bence hiç... Susup ayıbımızla oturmak lazım. Ülke olarak...

Birilerinin elbette şampiyon olacağı ülkede başarı bu birilerinin şampiyon olması değildir. Avrupa arenasındaki takımlarla birlikte ülke takımlarının başarısıdır önemli olan. Ülke takımımız bu kez 'pas' geçti. Peki neden? Hata kimlerin? Ciddi ciddi bunları konuşmak lazım...

Basit olan Hiddink ve ekibine yüklenmek... Ama... Bu 'ama'nın devamı bence çok uzun...

Hepimiz futbolu seviyoruz... Mu?

Bence değil...Çoğunluğumuz tuttuğumuz takımları seviyoruz ve bunu futbolun üzerinde tutuyoruz. Oysa ki milli takım hepsinin üzerinde olmalı. Kulüplerarası bir düşmanlıktır almış gidiyor. Bu arkadaşlar artık Avrupa Şampiyonası'nda Hırvatistan'ı alkışlarlar, olur biter...

Yapmayın arkadaşlar... Ülke içi rekabet evet ama bizler Atatürk çocukları olarak milli takımı biraz daha yukarıda tutmalıyız. Lafa gelince Atatürk... Futbola gelince Fener, Cimbom, Kartal... Olmaz! Olmamalı... Hepimiz kayıtsız şartsız milli takım formasını giyen herkesi desteklemeliyiz. Sevmiyorsak da bunu içimizde tutmalıyız.

Dostlar... Futbol yöneticiliği ülke yöneticiliğine benzer. İktidar vardır, muhalefet vardır. Özde doğru olan herkesin iyi olunması için mücadele etmesidir. Birilerini eleştirmek hainlik veya birinin adamı olmak değildir. Bu akıllara kazınılmalı...

Bu federasyon bu işi yapamadı. Çoğunluk onaylar bunu. Çünkü beni tanıyan çoğunluk Fenerbahçeli. Ve bu federasyona karşı. Ama bu çok basit bir yaklaşım. Yaşım 43. Ve gördüğüm en iyi, en başarılı milli takımlar Haluk Ulusoy dönemlerinde oldu... Haydiiii... Hep beraber yuhlayın beni! Ama 'Değil' deyin? Uyar mı?

Fenerbahçeliyiz... Fenerbahçe Haluk Ulusoy dönemlerinde başarılıydı! Hadi buna 'değil' deyin...

Ulusoy avukatlığı mı yapıyorum? Bunu diyen 'sığ zihniyet'dir. Dediğim çok farklı. Başarılıya alkış, başarısıza eleştiri... Bunu yaparsak yapıcı oluruz...

2008'i hatırlayın... Son başarımız... Oraya bizi götüren Ulusoy federasyonu oldu. Sonra birşeyler oldu ve hakkazanılan şampiyonada federasyon başka bir yönetimdeydi.

Niye mi bu noktaya geldim? Basit: Biz başarılı olanlara bile sahip çıkamıyoruz ki milli takımımıza sahip çıkalım...

3 gol yenmiş... Ne kolay! Yuhla Volkan'ı... Kim Volkan? Yıllardır alkışlanan Avrupa çapındaki kalecimiz. Tam nacizane ona sahip çıkmaya hazırlanıyoruz ki... Volkan ne yapıyor? Tribünlere hareket... Hani Ali Sami Yen'de G.Saraylılara yaptığı hareketlerin benzeri... Yapma be Volkan kardeşim... Yılların kalecisisin... Az sabret. Maç bitsin. Güç sende. Al mikrofonu. De ki: 'Ben Volkan Demirel... Şunları şunları yapmış milli takım kalecisi. Bu mudur bana reva görülen'

Haklıyken haksız duruma düşmek bu bence...

Bu satırları okuyan dostlarım... İçinizde öyle arkadaşlarım var ki... Sürekli 'Bana ne milli takımdan' diyorlar... Etmeyin... Bu ülke bizim, bu takım bizim... Kulüplerle milli takımı karıştırmayın... X, Y, Z gibi bir çok isme şahsi düşmanlığı bir noktada bırakın. Tadını kaçırmayın... Futbolu sevin, ülkemizi sevin... Türk olduğumuzu unutmayın...

Bir şey daha söyliyeyim... Bana iyice düşman olun :):):)

Oğuz Çetin'e küfredenler... Başarılı dönemlerde onu alkışladınız mı? Ve şunu da düşünün: Kim bulunduğu mevkide başarılı olmak istemez ki? Oğuz Çetin mi sattı milli takımı...

Son değinmem Guus Hiddink'le ilgili... Geçmişine saygım büyük ama sanırım en formsuz ve en umursamaz döneminde Türkiye'ye geldi... Sanırım artık emeklilik vakti... Eğer size bu emeklilik ikramiyesini de veren ülkeye biraz saygınız varsa... Lütfen...

Bu arada biz ne konuşursak konuşalım... Sahada başarısız olan oyunculardır ve bu maçta aldıkları cezalarla rövanşta oynayamayacak oyuncuları unutmamak lazım... Bu isimler orda olmalı ki dert paylaşılsın...

Bundan sonra milli takıma daha çok sahip çıkılması dileğiyle...

NOT: Teröre karşı kaybettiklerimizden sonra depremde yitirdiklerimiz herkes gibi içimi dağlıyor. Ne olur elinizden geleni ardına koymayın ve bu karda kışda orada yaşayanlara el uzatmaya çalışın. Meslektaşımız Cem Emir'le birlikte tüm yitirdiklerimizin ailelerine sabırlar diliyorum...

4 Kasım 2011 Cuma

Yeni Nijeryalı mı?

Merhaba…

Meslek gazetecilik oldu mu ne kadar şu dönem dinlenmede de olsam kulağıma gelen dedikodular eksik olmuyor. Aslında her ne kadar sezon içi transfer dedikodularına karşı da olsam biliyorum ki tüm taraftarların en büyük zevklerinden biri gelecek oyuncularla ilgili duyumlar almak. Yine de ısrarla altını çizmek istiyorum ki mantık dışı söylentilere fazla kulak da asmayın, aşırı ilgi de göstermeyin ki takımın ahengi fazla bozulmasın…

Diyeceksiniz ki zamanında sen de bu haberleri yapmadın mı? Evet ama beni takip eden dostlarım bilir ki fazla uçmadım, inanmadığım haberi de yazmadım.

Yine diyebilirsiniz ki şimdi niye isim veriyorsun? İnandığım bir yerden geldi ve gazeteci olarak bunu paylaşmak istedim. O kadar da olsun ;)

Evet... Fenerbahçe’nin şu dönem bir golcü sıkıntısı yaşadığı gözle görülüyor. Teknik direktör Aykut Kocaman’ın da doğal olarak her hoca gibi ocak ayı için transferle ilgili inceleme çalışmalarını sürdürüyor. İşte bu isimlerden bir de kulağıma geliverdi.

Fransa’nın bu yılki flaş takımı Montpellier’in Nijeryalı golcüsü John Utaka’nın Kocaman’ın listesinde ilk sıralarda yer aldığı bana gelen bilgi. Doğruluğunu elbette zaman gösterecektir ama bu ismin en azından Aykut hocanın istediği isimler arasında yer aldığını iddaa edebilirim.

Utaka kim derseniz? Nijeryalı. 29 yaşında. 1.79 boyunda ve en önemlisi takımda yeterince sürekliliği ve golcülüğü var. Sözleşmesi 2013 yılına kadar ve 2.5 milyon euro civarında bonservisi var…

Benden bu kadar…

Şimdilik ben normal yaşamıma dönüyorum ama yine inandığım bir haber gelirse sizlerle paylaşacağım…

Şimdiden iyi bayramlar…