3 Ağustos 2016 Çarşamba

TV'den maç izlemenin yorgunluğu


Fenerbahçe sezonun 2 resmi maçında bol hakem hatalı yönetimlerle karşılaştı. Kadıköy’deki Monaco maçının tartışmalı kararları hafızalardayken Fransa’daki rövanş maçında da benzer görüntüler yaşandı. Ozan’a yapılan faul ve Monaco’nun golüyle sonuçlanan pozisyon, Emenike’nin attığı golde çalınmayan ofsayt, verilmeyen penaltılar, fauller derken…
Fenerbahçe yine Şampiyonlar Ligi’ne veda etti…
Buraya kadar tamam…
İyi de… Fransa’da 90 dakika sözde sahadasın, 45 dakika yoksun.. İlk kaleyi yoklama 35’den sonra… Oyun mantığını anlayan yok… Onbirde takımı ateşlemeye çalışan bir isim görünmüyor… 2 maç sonrası ‘Bu iyi ki transfer edilmiş, büyük iş yapabilir’ denen biri gözükmüyor…
Sonra hakem…
İşin kolayı bu olsa gerek…
İlk maç sonrası da dedim. Daha çok erken… Ancak sezon biraz erken açılsa, transferler biraz erken yapılsa, biraz ciddi maçlar oynansa… O zaman erken denmezdi. ‘Hazır Fenerbahçe’den söz edilirdi…
Sonuçta yine de biraz beklemek lazım…
Bu arada bir kez daha Şampiyonlar Ligi gitti…
Bir kez daha bir ezeli rakibin kasasına daha fazla para girmesine yardım edildi…
Bir kez daha taraftar üzüldü…
Ancak çok dikkatli olmak gerek…
Bu yönetim mantığı… Bu hoca… Bu kadro…
Çok sıkıntı olabilir…
Sonra maça kimse gelmesin diye 200-250 liralık kale arkası biletleri gündeme falan gelebilir…
* * *
İş olayları askıda kalınca maçı TV’den izledim…
Eskiden ’90 dakikalık maç 3-4 saat nasıl konuşulur’ eleştirilerini duyardım. Hak da verirdim…
Şimdi yeni bir süreç  daha eklendi…
Maçtan önce spor kanallarını gezdim. 3-4 saat öncesinden ekrandan bazı isimler başlıyorlar 90 dakikanın analizine…
Teknik, taktik, etik, yitik, bitik, istatistik derken… Yok o futbolcunun son 3 yıllık istatistiği, yok bu futbolcunun muhteşem sol ayağıyla kariyerinde direkten dönen toplar… Yok o, yok bu…
Maç için ekranın karşısına bir geçtim… Kafam allak bullak…
Diyeceksiniz ne aradın o zaman bu programlarda?
Haberci kökenli biri olarak haber kovaladım. Takımdan son haberler…. Kentten son haberler… Yöneticilerin veya birilerinin maç öncesi motivasyon çalışmaları…
Haberin yerinde yeller esiyor…
Yerine hayatında top oynamamış, takım çalıştırmamış veya program yapma eğitimi olmayanların sürekli konuşmaları…
Artık 90 dakikalık bir maç, öncesi sonrası 7-8 saatlik bir serüven…
Sonra tuttuğunuz takım sahaya çıkıyor. O gözlemlerden eser yok.. Beklentiler yerle bir… Hatta futbol da yok… E neye yaradı bunca kelime, çalışma, bilgi yağmuru?
Burada iş kulüplere ve medyaya düşüyor…
Bırakın insanlar haber alsın… Bunun etkisi beklenenden de çok olur… Örneğin… Maç öncesi bir yöneticinin takımı motive için girişimi… Veya bir futbolcunun takıma ‘Beyler… Şöyle yapacağız böyle yapacağız, bu maçı kazanacağız’ şeklinde ateşli bir konuşmanın yansıması… İnanın böyle bir haber 5-10 dakika içinde bu elektronik ortamda tribünlere ulaşır, stadın havası değişir… Herkes gaza gelir… Coşku artar…
Ama bizde yasaklamalar sonrası ekranda sürekli kitap bilgilerinin istatistiksel yağmuru yaşanıyor ki bu da insanı bitap düşürüyor…
* * *
Biraz daha bekleyelim…
Sonra daha fazla yorum zamanı gelecektir…
Ama paralı birlikler de hemen kızacaktır…
Sonuçta yine hüsran olmasın da…

Kızan kızsın… 

2 Ağustos 2016 Salı

Mehmet Gedik...


Kavurucu bir ağustos günü beni hiçbirimizin sevmediği bir yere yönlendirdi. Bir cenazeye, Saint Josept’ten bir kardeşimize son göreve gittik. Üzücü bir şekilde yaşamını yitiren Mehmet Gedik’i son yolculuğuna uğurladık…
Nur içinde yatmasını dilerim…
Hani deli fişek dediğimiz isimlerden biriydi Mehmet… Deli dolu yaşamından hiç vazgeçmedi. Kaç yıl kaldı, kaç kuşakla okudu hatırlamıyorum ama herkesin tanıdığı bir isimdi… Ne yazık ki bir o kadar da zor yaşamı oldu. Son yıllarında Moda’da çok sık denk gelirdim. Ordan burdan derken daldan dala atlar, kendince hep hayatı yorumlardı. Onun adına ne mutlu ki hakkında hç kötü konuşan birini duymadım…
Gözlerim Moda sokaklarında onu arayacak…
Bir cenaze Modalılar kadar Saint Joseph’in de bir kuşağını bir araya getirdi. 80 civarındaki 87 mezunlarının 40 civarında ismi avludaydı. Yakışır bir tablo oldu…
Elbette ister istemez eski defterler açılırken 30 yıla yaklaşan mezuniyet sonrası ilk kez gördüğüm isimler oldu. 2 yıl çakmış ve çok kafası çalışmayan biri olarak hatlarım sık sık karışır bu konuda. Gördüklerimin bir kısmını anında anımsadım, bir kısmını zamanla… Kabul ki hatırlayamadıklarım da oldu…
Saint Josephli olmak ayrıcalıklı kesimlerden biri olmak derlerdi o zamanlar… Sanırım bunun bir gerçeklik payı var. Öğretmeniyle, öğrencisiyle bir sınıf arkadaşının vefatında bu kadar iism olarak bir araya gelmek de bunu gösterdi.
Gün boyu da doğal olarak o yılları anımsayıp durdum. Birlikteliğe çok uyum sağlamış biri olmadığımı kabul etmeliyim. 87 mezunları ilk sınıfımdı, 2 yıl çakınca benden önce gitmişlerdi. Zaman zaman bir araya geldiklerini duyuyordum, çok katılım sağladığımı söyleyemem. Ama bugün onları görünce kasıtlı olmayan kopuşumdan üzüldüm…
Saint Joseph’in şimdiki manevi yapısını bilemem. Ama okuduğum yıllarda zor, zor olduğu kadar da karakterli bir yapısı vardı. Ülkesine, inancına bağlı farklı karakterlerde insanları yetiştirirdi. Mutlaka arada fark edilmeyen 1-2 isim olmuştur belki ama mezun olan herkes başta Atatürk ilkeleri olmak üzere verilen her türlü eğitimi alıp kendince öğüttükten sonra hayata atılmıştı. Kimileri tarafından ‘Frnasız çocukları’ diye eleştirilirdik ama kendimizi bilirdik. Laik düzende hepimiz iyi Türk gençleri olarak çıkmıştık oradan…
Arkadaşlarımı görünce hepsinin adına sevindim. Aynı genç ruhla hepsi iş güç sahibi olarak yaşamlarını belli bir çizgiye koymuşlardı. En güzeli 20-30 yıl sonra birbirini ilk kez gören isimler sanki daha geçen hafta beraber gibi sıcaktılar.
Çok ismi gördüğüme sevindim. Örneğin Onuralp Şatana… Bana ‘Saint Joseph’deki öğretmenlerini say’ dediklerinde ilk onun adını söylemiştim yıllarca. Hocalarımdan daha çok çalıştırmıştı beni.. Bir de Rüknü vardı... Onlar ve diğerleri… Hepsinin ayrı ayrı anıları canlandı aklımda… Kaldıktan sonra okuduğum sınıflar da geldi aklıma… Binlerce anı… Hepsi hoş…
Şimdi yılların acı gerçeği kopmalar başlıyor… Mehmet ilk değil.. Elbette son da olmayacak…
Ancak bizler de güzel insanlardık… İyi ki o okulda yüzlerce insanı tanımışım… Ve ne yazık ki hepsinden çok kopmuşum…
Kopmamak lazım. Gençliğin, büyümenin beraber yaşandığı dönemleri, o insanları unutmamak lazım..
Nacizane tavsiyem… Hatama düşmeyin… Yaşınız ne olursa olsun okul arkadaşlarınızı yıllara kaptırmayın…

Allah rahmet eylesin  Mehmet kardeşim… Mekanın cennet olsun…

15 Temmuz 2016 Cuma

Fenerbahçe'de başarısızlık nedir...


Gökhan Gönül kimdir…
2007 yılında Fenerbahçe’ye Zico döneminde geldiğinde ayağında Kartal dövmesi vardı Samsunlu gencin. O zamanki ekip arkadaşım Oğuz Yörük ile Avusturya kampındaki ilk gününde bunu farkedip haber yaptığımızda tepki göstermişti… ‘Bir kuş dövmesi’ deyip kestirip atmaya çalışmıştı.
Sonra bu ‘Kartal’ dövmeli futbolcu 8 yıl Fenerbahçe’de oynadı. Sezonda ortalama 35 maça yakın forma giyerken herhalde kimse ‘Formasının hakkını vermedi’ diyemez… Fenerbahçeli, Kartal dövmeli futbolcuyu bağrına bastı, o da karşılığında kan dökme pahasına mücadelesini üst düzeyde verdi…
Başlarda Karadeniz’in mütevazi bir ismi olarak dikkatimi çekti. Sonra büyük takım forması giyip yıldızlaşmanın doğrultusunda adım adım uzaylılaştı. Uzun aradan sonra yeniden çalışmaya başladığımda kendisini yine bulutların üzerinde gözlemledim. Türkiye şartlarında normaldi, şaşırmadım. Üzüldüğüm, transfer döneminde twitter hesabında hakaret içeren sözlerle kendisi hakkında haber yapanlara yaklaşımıydı. Oysa o da biliyordu ki günümüz şartlarında Fenerbahçeli bir futbolcu veya yönetici ile transfer konuşmak karşılıklı kandırmacadan öte gitmiyor. Dolayısıyla haber, habercinin güvendiği, konuya yakın isimlerden alınan bilgiye orantılı yapılıyor. Haberde isim kullanmak ise, başkanın hışmından korku nedeniyle neredeyse imkansız…
Bir de tekrardan çalıştığım döneme denk geldiği için biliyorum ki… Gökhan kasım – aralık aylarında başkana, yöneticilere ‘Devre arası sözleşmemi uzatalım, konu uzamasın’mesajlarını gönderdi… Gelen yanıt başkandan oldu ve netti: ‘Şampiyon olmazsak herkesi yakarım!’
Bunu 8 yıllık emeği doğrultusunda içerledi Kartal dövmeli futbolcu. Ekonomik olarak yaşına uygun bir teklif gelince dövmesinin doğrultusunda uçtu gitti Kanaryaların ocağından…
Peki… Bu 8 yıl içerisinde Fenerbahçeli ne kadar tanıdı Gökhan Gönül’ü? Çıktığı noktadan yükseldiği Fenerbahçe kaptanlığına kadar olan yaşam öyküsü aslında bir çok yaşı küçük Fenerbahçe’liye örnek olacak hikayeler içeriyordu. Hatta o kadar ki, takım tutma yaşındaki gençleri Fenerbahçeli yapacak kadar renkli bir futbol yaşamı vardı Gökhan’ın…
Ama Fenerbahçe’nin ‘Yasaklar dünyası’, bu Kartal dövmeli futbolcuyu insanların yakından tanımasını hep engelledi. Yapılan sayılı röportajda sorular hep sansür altındaydı… Mesela neden o Kartal dövmesi vardı Gökhan’ın? Sonra neden Fenerbahçe’ye geldi? O dövmeye pişman olmuş muydu? Bunlar veya benzeri sorular hiç sorulamadı Gökhan’a…
Gökhan gibi bir çok yıldız futbolcuyu Fenerbahçeli son 20 yıldır yakından tanıyamadı… Çünkü yasaklar dünyası bilinenin bile yazılmasını engelliyordu… Bu da Fenerbahçe’yi aile kimliğinden hep uzaklaştırdı. Susacak, parasınn karşılığında konuşmadan işini yapacak isimlerden oluştu Fenerbahçe… İyi de para veriliyordu… Oynamayanlar bile Dereağzı’nda ‘sağlık için spor’ yapıp yıllarca Fenerbahçe parası yediler… En sonunda UEFA’nın mali kriter sopası bile geldi bu bonkörlüğün sonunda…
Şimdi hazır olun Gökhan’ın Beşiktaş formasıyla önümüzdeki aylarda vereceği röportajlara, demeçlere… Bunları Fenerbahçeli muhabirler de, belki fazlasıyla yaparlardı ama izin verilmedi…
Mustafa Doğan, Yusuf, Rüştü, Ali Güneş… Bunlar hep çalıştığım dönemin Fenerbahçe’den Beşiktaş’a giden isimleriydi. Hepsi Kadıköy cephesinde tu-kaka ilan edildi. Yıllar sonra herbiri, sohbetlerimizde, ‘Bireysel özgürlüğü yaşadık. Konuşabildik’ demiş isimler…
Ne mi anlatmaya çalışıyorum… Bırakacaksın insanı… Konuşacak… Futbolcusu, yöneticisi, muhalefeti, taraftarı… Hepsi konuşacak. Fenerbahçe’yi haksız yere eleştirenlerin karşısına başkanı, yöneticisi bizzat çıkacak ki haksız ifadeler sona erecek… Teknik direktörün basın toplantısına haber gönderip onu susturmakla olmaz… Veya muhalefet diye Hulusi Belgü’nün 10 yaşındaki oğlunun kombinesi iptal etmekle olmaz… Veya kombinelerde keyfi iptallerle…
Sonuçta ortaya 1000 kişiden oluşan sezon açılışları çıkar… Bu da Büyük Fenerbahçe’nin kimliğine yakışmaz… Belki şahsi girişimlerle 3-5 maç doldurursunuz ama vefakar taraftarı geri getirmezsiniz…
Israrcıyım… Fenerbahçe’yi aile kimliğini yeniden kazandıracak bir oluşum devralmalı… Aksi takdirde… Başarısızlık 150 milyon euro değer biçilen takımın şampiyon olamaması değildir… Başarısızlık boş tribünlerdir… Susturulan kitlelerdir… Soğutulan insanlardır…. Kaybedilen vefadır…
***
Çenem düşmüşken…
Bu sezon Fenerbahçe’nin zoraki şartlar doğrultusunda yürüttüğü transfer politikası var… Geçen yılki Yıldız Yağmuru’nun ardından yaşanan düş kırıklığı gösterdi ki büyük isimler şampiyonluğun garantisi değil…
Eğer bir politika doğrultusunda bu isimler alınıyorsa bu yapılanma farklı ve olumlu sonuçlar verebilir. Kadronun eksik olduğu aşikar. Ama alınan isimler ciddi bir uyum sağlayabilirler. Nedeni, kimse Van Persie, Nani, Diego gibi isimlerden beklediği beklentiler içerisinde değil. Rahatlık bazen beklenmedik büyük başarılar getirebilir.
Ama demin belirttiğim gibi bir politika izleniyorsa bu kimle yapılıyor, bilemiyorum… Pereira’ya kimsenin güveneceğini sanmıyorum. Terrenao gibi görüntüde de biri yok… Ama eğer başarı gelirse bunu öğreniriz kesinlikle…

Ancak bu takımın bir kimlik yakalayıp bir yola girmesi, dünya yıldızlarının uyum sağlamasından daha kolay olabilir. Yalnız kulübenin de güçlendirilmesi şart… Bir de gitmek isteyenin tutulmaması…

22 Haziran 2016 Çarşamba

Kimdir Fatih Terim...

 Eskiden böyle ukalaca yazma huyum yoktu. Ama şimdi yeni dönem sonradan olma gazetecileri görünce, çeyrek asıra yakın yalnızca bu işi yapmış biri olarak ben de biraz ukalalığı kendimde hak görür oldum.
‘Muşamba’ gibi gücün önüne yatıp bir yerlere gelemediğim için zaten bana da çok fazla habercilik dışında şans verilmedi. Son dönem artık onu da yapamaz olan kesimdenim. Habercilik dışında bir şey yapamama beni hiçbir zaman üzmedi. İşim buydu, severek yaptım. Ama açıkcası zaman zaman, ‘Düşünemeyen, sadece haber yapabilen insan’olarak değerlendirildim. Bunun nedeni ‘muşamba olma’ becerisini gösteremem olarak görüyorum ki sorun değil…
Bu dönem de geçer… Artık bir daha şans doğmaz derken Yeni Yüzyıl’la bir dönem de olsa dönmüştüm. Yarın ola, hayır ola…
Euro 2016’da yaşananlara değinmek istiyorum… Ama genel anlamda aslında yazacaklarım uzun dönem mesleğim sırasında edindiğim izlenimlerdir…
Kimdir Fatih Terim?  Türk futbolunun bana göre en önemli markasıdır. Yıllarca Fenerbahçeli olmama karşın kendisinin positif taraflarının ağır bastığını savundum… Pirlo çıkmış, sosyal medyada paylaşılan bir şeyler demiş..
Aklıma Daum geldi okuduğumda. Bir keresinde Daum, ‘Fenerbahçe’ye gelmiş oyunculara futbol adına ne öğretebilirim ki... Adetten toplu konuşmalar yaptıktan sonra onbiri kurmak, planladığım taktiği anlatmak  ve teker teker onları motive edip ne istediğimi söylemekten fazlasını yapmak mümkün değildir Fenerbahçe gibi kulüplerde… Esas olan böyle yıldızlar topluluğunda otoriteyi elde tutmaktır’ demişti.
Fatih Terim ülke futbolunda yapılmayanları yapmış isimdir. Planları olmasa olmazdı. Ümit milli takımı çalıştırırken ve Levent’te otururken, Cumhuriyet gazetesi çalışanı olarak röportaj yapmış, o günden bugüne de kendisi
ni hep gözlemlemişimdir. Zamanında sohbetlerim de olmuştur. Yıllar sonra ilk Avrupa Şampiyonası’na ülkeyi taşıyan hocadır. UEFA Kupası’nı kazandıran hocadır. O maçta vardım, bir Fenerbahçeli olarak Galatasaray’ın kupayı kazanmasının çıtayı çok açacağını biliyordum ama Kopenhag’a gittiğimde bir Türk insanının nasıl Avrupa’da sınıf atladığını gördüm. Süper Kupa’yı kazanan takımın hocasıdır. 4 yıl üst üste şampiyonluk yaşatmıştır… Başarısız dönemleri de mutlaka var. Ama ilk’leri çoktur…
O yıllarda Fatih Terim’in inanılmaz bir kimliği vardı. Herkesi çatı altında toplar, sahip çıkardı. Son 4-5 yıla kadar da çok savunurdum Fatih Terim’i…
18 yıllık başkanlığında Aziz Yıldırım’ın çok çabalayıp egolarının önüne geçemediği için yaratamadığı kahramandır Fatih Terim… Hazırı her zaman çözüm gören Yıldırım, zamanında kendisini Fenerbahçe’ye getirmek için de ciddi bir uğraş vermiş ama başaramamıştır…
Bir başarı öyküsü olan Fatih Terim son yıllarda bir değişim macerasına döndü…
Son tercüman olayı da benim için Fatih Terim efsanesinin en ciddi yara aldığı sahne olmuştur…
İnsanların hayatında ailesi dışında ağbi veya kardeş gördükleri isimler vardır… Benim de var… İsminin sonuna ağbi değil de yalnızca ‘Ağbi’ diye seslendiğim isimlerin başında gelen Tahir Kıran, bir gün ‘İnsan sevdiğini uyaracaksa bire birde uyarmalı, bunu başkalarının yanında yapmamalı’ demişti… Böyle teşhisleri vardır ve çoğu da doğrudur…
Fatih Terim’in kendisine çeviride yardımcı olan Türker Tozar’la basın toplantısı sonrası gerginliği izleyince bu sözü aklıma gelmişti… Türker’i tanırım… İyi bir insan olarak bilirim ama dünya efendisi olduğuna eminim. O gün belki yanlış belki doğru yaptı… Bunu bilemeyiz. Ama Fatih Terim’in el-kol hareketleriyle uyarıda bulunacağı yer orası değildir.
Fatih Terim bir güç haline gelirken bunu korku dünyası yaratarak başarmadı. Zamanında milli takıma giden Fenerli futbolcular dahil herkes ‘Orası bir aile gibi’ sözleriyle dönmüştü.
Benim bildiğim Fatih Terim, Volkan Demirel olayını da çözerdi. Arda krizinin böyle patlamasına izin vermezdi. Zamanın Jeep skandalı sonrası bir kez daha böyle prim rezaletine izin vermezdi. Yanında hep asistanıyla dolaşmazdı. Manevi her şeye daha değer verirdi…
Yalnızzzz…. Eşine, kızına, ailesine hayvani dürtülerle saldıran canlıların da Fatih Terim’in dengesini bozduğunu kenara atmamak lazım… Bu da bir kısım Türk insanının ne kadar sığ ve sığır olduğunun göstergesidir…
Fatih Terim’in Fransa inişindeki kıyafeti de çok konuşuldu medyada. Hocanın kıyafet seçiciliği ezelden beri hep hissedilmiştir. Yaşına göre son derece iddialı ve kaliteli giyinirdi ki bu Türk milli takımının hocasına fazlasıyla yakışırdı. Ama böyle giyinmedi hiç.. ‘Nasıl’ derseniz, anlatması zor… Yaşına göre hep yakışan iddiadaydı, ‘böyle’ değildi işte…
Bunları yazarken Çek galibiyeti sonrası akşam maçlarını bekliyoruz, en iyi üçüncüler arasında yer almak için… Çıkarız çıkmayız akşam göreceğiz. Çıkarsak da nereye kadar gideriz, zaman gösterecek…
Ancak çıksak da çıkmasak da milli duygular fena zedelendi. Fatih Terim o eski havasına, Adanalı Fatih Terim havasına dönmezse sıkıntı. Onun o eski babacanlığına, yapıcılığına yeniden kavuşması lazım ki ülke futbolu yine saha dışıyla beraber ilerlesin… Aksi takdirde paranın hüküm sürdüğü bir oluşum olacak milli duygular…
Buyrun… Ben yılarca savunduğum Fatih Terim’i eleştirdim… Bakalım Fenerbahçe penceresinden…
Bir türlü sportif başarıyı yakalayamayan Fenerbahçe’de sorumlu en tepedeki isim değil midir? Aziz Yıldırım değil midir Fenerbahçe’de tek söz sahibi? Aynı samimiyetle Aziz Yıldırım’ı eleştirmek
bazılarına zor mu geliyor?
Yanlışı savunmak en büyük yanlıştır. Körü körüne bir şeyin arkasından gitmek bazen ağır yara verir… Çok iyi idare edildiği söylenen Fenerbahçe mali kriterlerde yerlerde… Takımda giden gidene, transfer yapılamıyor. Yapılan sayılı… Bu arada… 170 milyon euroluk takım bir şey yapamazken bu sezon yapılacak mütevazi transferlerle çok iyi işler çıkacağı da yüksek ihtimal, onu da belirteyim. Ama bunu yapmak için kulübü dibe düşürmek gerekmezdi!!!
***
Çek maçında attığı gol sonrası Burak’ın kol şovunu ibretle izledim. Utandım! ‘Birilerine girsin’ dercesine bir hareketti.
Arda da hesap soracağını söyleyerek aba altında sopa gösterdi…
Anlamadığım… 2 maç çok iyi oynandı da ona rağmen mi eleştirildi bu takım? Çek maçındaki gibi oynayıp 3 maçta 0 puan bile alınsaydı bu ülkede milli oyunculara sahip çıkılırdı. 2 maç atak yapamayan, koşmayan oyuncular bir maç kazanıp tehditler savuracaksa… Vay ülkemizin haline…
Bir de Burak kendilerine hiçbir şey sorulmadan yazıldığını söylemişim... 
Dostum... Sizler, hepiniz büyük kulüplerde olduğunuz sürece gazetecilere sırt dönmekten başka ne yapıyorsunuz ki? Kulüp farketmez, hepinizi sus pus olmuyor musunuz? Zaten kulüplerin röportaj yasağı denen manyaklığı üst düzeydeyken siz de bunu desteklemiyor musunuz?
Kusura bakmayın ama ülkede futbolcuya bir şey sorma adeti sayenizde biteli çok oldu...
***
Milli takımda verilen primler de ilginç… Daha önce paylaştım… İngilizler final vizesi aldıkları anda, şampiyonluk şansları yüksek olmasına karşın primleri UNICEF’e bağışlayacaklarını açıklamışlar… Bizde korkunç paralar, korkunç vaadler… Buna Fatih Terim’in aylığı da dahil… Bu tablo Türk insanının vicdanını rahatsız eder. Bunu anlamak lazım…
***
İnsan böyle durumlarda güzellikler görmek istiyor…
Mesela…
-Maç sonrası Burak ‘Maç primlerimizi Mehmetçik Vakfı’na bağışlıyoruz’ dese…
-Ozan maç sonrası attığı golün moraliyle soyunma odasında saçlarını kestirip bir anlamda kendisine yapılan ağır eleştirilere mizahi bir cevap verse…
-Fatih Terim ülke TV’sinde kendisine şuursuzca eleştiren zihniyete aynı ekranda mizahi bir yaklaşımla yanıt verse ki bunu fazlasıyla yapacak zekaya sahiptir…
-Türker’in bir şekilde gönlü alınsa…
Olmuyor… Ülke olarak öfke, hırs, nefret duygularımızı bastıramıyoruz. Kulüp amigoluğu çerçevesinden, ülke takımını sabote etmek pahasına çıkamıyoruz. Hele eleştiriye hiç açık değiliz…
Fenerli, Beşiktaşlı mıyız? Kahrolsun milli takım… Fatih Terim çalıştırıyor…
Galatasaraylı mıyız? Lanet olası Fenerliler, Beşiktaşlılar… Bizi sabote ediyor…
Hep diyorum, bu futbol bize çok… Biz bu oyunu hak etmiyoruz. Fatih Terim milli takımı çalıştırıyor diye Euro 2016’yı seyretmeyen sözde futbolseverimiz o kadar çok ki…
Eleştirmekten, eleştirilmekten korkmamak, vazgeçmemek lazım… Muşambalık bir yere kadar… Bir gün gerçekler şıp diye karşımıza çıkıverir…

Bu saatten sonra bir büyük dileğim var: Emre Mor’u kendimize benzetmeyelim… 

9 Haziran 2016 Perşembe

Fenerbahçeli'nin düşünme zamanı...

Sezon bitti… Dönem Fenerbahçe’lin düşünme, değerlendirme dönemi…
Fenerbahçe neden sevgisizliğin giderek arttığı bir kulüp haline geldi… Kendi içinde birbirini sevmeyen onlarca grup… Dışarıda zaten herkesin nefret ettiği bir camia… Neden böyle olduk, düşünmek gerek… Gidiş böye sürdükçe aynen devam edeceğini de anlamak gerek…
Aziz Yıldırım ‘Şampiyonluk çok önemli değil’ tarzı açıklama yaparken büyük ölçüde haklı. Bir çok insan Fenerbahçe’yi geçmişte en çok şampiyon takım olduğu için sevmedi. Duruşunu, birlikteliğini, simgelerini sevdi de Fenerbahçeli oldu. Ama şimdi bu sevgi giderek bitiyor. Şampiyon yine olunmasın, gerçekten sorun değil de herkesin birbirini yediği bir camia olunca iş değişiyor…
Özellikle 3 Temmuz döneminde ama öncesinde de Aziz Yıldırım ne yapsa destek verenlerin, tuhaf tuhaf oluşumların, kişilerin bugünlerde ‘Artık yeter başkan’ tarzında dönüş hamlelerini sosyal medyadan gülümseyerek izliyorum. Muhtemel yakın dönem başkanı Ali Koç’a yakınlaşma hamleleri bunlar. Yiyen yesin! Benim isteğim Fenerbahçeli bir yerde dursun… Ben hep aynı yerde durdum, durmaya da gayret ediyorum. Zor oluyor ama doğrusu bu olsa gerek.
B undan yıllar önce Fenerbahçe’nin harcamalar doğrultusunda yeterli başarıyı yakalayamadığını, iyi yönetilmediği, savrulan paraların sıkıntı yaratacağını hep söylemişimdir. Azalan camia sevgisinin de hep altını çizdim. Geçen sezon harcanan para ve -0- kupa kelimenin tam anlamıyla skandaldır. Evet, belki Fenerbahçeli olmak için şampiyonluk şart değil ama o zaman bu parayı harcayanların da akıllı konuşmalarla durumu açıklamaları şarttır.
‘Orada konuşacağım, burada eseceğim’ diyerek hiçbir yerde görünmezken sadece kendi evinde, kendi TV’sinin yayınladığı kadar konuşmak gönülleri yaralıyor.
Fenerbahçe’de para çalmadıkça, adi suç işlemedikçe hizmet eden herkese saygı göstermek yakışılık olandır. Hizmetini beğenir beğenmezsiniz ama saygı gösterirsiniz, eleştirinizi düzeyli yaparsınız. Vefa Küçük’e eski yöneticiliğinden saygım var. İnşaatın en zor olduğu yıllarda Fenerbahçe’ye bir havuz hediye etmiştir. Allah en kısa sürede sağlığına da kavuştursun. Ama Fenerbahçe, bir Divan Başkanının bir eski başkan için ‘Ahırında yaşıyor’ dediği bir camia haline gelemez, gelmemelidir. Küçük, böyle bir öfkeyi kusmak için neden yaklaşık çeyrek asır bekledi bilemem. Aklıma gelen bir gündem değiştirme çabası oldu ama çok yakışıksız bir hamleydi bu. Bugün mevcut başkan diye Aziz Yıldırım’ı eleştirmenin ahlaksızlık olduğunu savunanlar var. Bir de eski başkana söylenenlere sessiz kalanlar… Ayıptır! Ne koyarsan çanağına, o gelir kaşığına… Bir gün giderse Aziz Yıldırım için de sevmeyenlerine böyle sözler söyletme hakkı verilmemeli… Ahırlarda hayvanlar yaşar sayın Küçük, eski başkanlarınız değil… Kaldı ki Divan kurulu başkanı olmadan önce Aziz Yıldırım’ı nasıl eleştirdiğinizi de kulağımla duymuştum… Neyse…
Şu günlerde futbol takımı dağıldıkça dağılıyor, giden gidene… Bekleniyordu. Başkan Yıldırım, futbolcuların taleplerinin yüksekliğinden yakınıyor. Orada da bir yere kadar haklı. İstenen paraları şöyle bir düşünün… Düşünün ki bir maç oynuyorsun 20 bin euro kazanıyorsun… 60 bin liranın üzerinde bir rakam… Bir de oynamadan istenen garanti paralar var ki dünyanın hiçbir yerinde yok. Neymiş, başka türlü yıldızlar büyük takımlara gelmiyormuş. Gelmesinler.. Bu yıl Fenerbahçe’ye yıldız yağmuru oldu da ne oldu? Türkiye’nin futboldaki transfer politikası acilen değişmeli. Futbolcu kardeşlerimiz ellerini yüreklerine koyup, ülke şartları içinde istedikleri paraları bir tartmalılar. Evet, yaptıkları iş çok zor, kısa süreli ama yaşadıkları yaşamlar da ortada. Burunlarından kıl aldırmadan çizgi üstü bir yaşam içindeler. Daha ne verdikleri belli olmadan bu yaşama ulaşıyorlar…
Ama Aziz Yıldırım da şöyle bir Fenerbahçe’nin harcadığı paralarına bakmalı… Yakın dönem bile yeter… Mehmet Topuz, Serdar Kesimal, Guiza, Stoch, Krasiç, Diego bir çırpıda akla gelenler… Hasan Ali iyi futbolcu da verilen bonservis bedelini bir inceleyin… Josef’e bakın… Bakmaya kalkınca bakmaktan başınız döner… 18 yılda onlarca değil, yüzlerce hata var… Bunları kenara atıp ‘Türkiye’de şampiyonu hakemler belirliyor’ demek, ‘Muhalefeti fena yaparım’ demek, onlarca saçma saçma açıklamalar yapmak, tuhaf suçlamalarda bulunmak, ‘Beni konuşturmayın’ diyerek sıvışmak, kimsenin karşısına çıkmadan söylemlerde bulunmak  Fenerbahçelileri tuhaf durumlara düşürüyor… Hakemleri falan savunduğum yok, hatta Avrupa’nın sayılı kötü hakem yönetimlerine şahit oluyoruz ama bu yapılan hataların bahanesi olmamalı…
Parasızlıktan şikayet edip, tepki korkusuyla bazı tribünlere kombine satmama hesapları Fenerbahçe başkanlığına yakışmaz… Muhalefet ediyor diye kombine iptalleri de yakışıksız hareketlerdir… Hakaret olmadıkça bırakın herkes istediği eleştiriyi yapsın… Kurullarda çıkıp tek başına konuştuktan sonra işine gelmeyenleri dinlememek için dışarı çıkmak, bunu yapan başkan dahi olsa, nezaketsizliktir… Bu insanlar konuşurken kulübün TV’sinde eski basket maçı yayınına geçmek ise akıllara korkuyu getirmiyor mu…
Daha çok iey var konuşulması gereken de…
Bundan sonra ne olmalı?
Fenerbahçeli derinden düşünüp desteğini ona göre vermeli. Kombine almamak büyük hatadır. Alabilen kombinesini alıp destek ve tepkisini en güzel şekilde vermelidir. Tepkiden çekinip kimsenin gelmemesini isteyenler bile olduğunu düşünür hale gelmedim değil…
Bundan sonra ne mi olur?
Transferler omuzlara alınır… Başkan 1-2 konuşmayla ortamı yumuşatır… Kamp döneminde şampiyonluk şarkıları başlar… Zaten Pereira da ülkeyi tanımış, sorun yok!  Eski tas eski hamam olur…

Bu kez olmasın… Fenerbahçe’nin yeni rüzgarlara ihtiyacı var… Eski nağmelere değil… 

6 Haziran 2016 Pazartesi

Yeni Yüzyıl'ın ardından...

Mesleğim olan gazeteciliğe verdiğim ‘zorunlu’ aranın ardından kasım ayında yayına başlayan Yeni Yüzyıl gazetesinde sevdiğim işime de dönmüştüm. 6 ay dayanabilen gazete geçtiğimiz günlerde kapandı. Çok soran oluyor, şaşıran oluyor, devam ettiğimi sanıp konuşanlar oluyor…
Birkaç kısa açıklamayı gerekli gördüm kendi adıma…
Ben hep spor muhabirliği yaptım gazeteci olarak, başka da bir şeye karışmadım. İşime döndüğümde çok tanıdığımdan, sevenimden iyi niyet mesajları aldım, mutlu oldum. Gerçi bunun fazla tiraja yansıdığını hissetmedim ilerleyen günlerde ancak bu durumun ülkemizde gazete okuma oranının düştüğü durumla orantılı olduğu kanısındayım… Herkesin canı sağolsun…
Yeni gazete benim için yeni heyecandı. Kapanma nedeni beni aşar, karışmak bana düşmez. Üzüntüm kendim kadar diğer işsiz kalan insanlara da oldu. Medyanın durumu malum… Yüzlerce işsiz, yıllarını bu mesleğe vermiş olmasına karşın kendine bir kapı bulamayan insanlarla dolu. Bu tablonun karşı tarafında son yılların pıtırak gibi konumlanmış isimler, geçmişi, eğitimi olmadan bu işi yapıyor. Yeni Yüzyıl bildiğim kadarıyla ilk gününden itibaren çok sayıda gazetecinin mesleğine döndüğü adres olmuştu. Şimdi o insanların çoğunluğu yine evinde.
Gazetenin politikası da beni çok ilgilendirmiyor ama spor servisi olarak güzel işler yaptığımız kanısındayım. Kendi adıma ise tamamen vicdanen rahatım. Onca yılın ardından sırıttığımı hiç düşünmedim.
Ne yazık ki gazete kapandı… Bu defter de sona erdi…
6 ay da olsa işime, arkadaşlarımın arasına döndüm. Gerçi Fenerbahçe muhabirliği olarak eski keyfi aldığımı pek söyleyemem ama yine de bir deneyim yaşamış oldum…
Bir de ilginç an yaşadım…Emektar kardeşlerimden biri, bir Konya deplasmanında yemek yerken ‘Dönmene çok sevindim. İyi yaptın’ dediğinde ‘Kısmet bugüneymiş. Yapacak bir şey yok’ demiştim. Bu kez ‘Ben senin işi bıraktığını düşünüyordum, iş aradığını bile bilmiyordum’ tepkisi verdiğinde şaşırmıştım.
Çalışmadığım anlarda şunu  öğrendim ki gazeteci, gazetecilikten farklı bir iş yapmakta zorlanır, mutlu da olmaz. Ve gazeteci de eli ayağı tuttuğu sürece bildiği, mutlu olduğu işi yapmak ister…
Bundan sonra ne olur bilinmez, kısmet demek lazım…
Herkese gösterdiği ve iyi niyetinden ötürü tekrar teşekkürler…
Belki bir gün bir yerden seslenebilmek dileğiyle…
Mutlu olun…

Hayırlı ramazanlar…