15 Haziran 2014 Pazar

Süper Baba...

Çok sık babamdan bahsettiğimi düşünüyorum ama elimde değil, içimden geliyor…
Bugün de malum günümüz, Babalar Günü…
Yaşam arkadaşları tarafından ‘Efendi Kaptan’ denilerek mesleğiyle ilgili bir ifadeyle anılan babam ağırbaşlı bir adamdı. Öyle herkesle fazla el – kol temasına girmezdi. Önüne geleni sarılarak öpmeyi fazla benimsememişti. Hatta bazıları ‘Baban sert ve soğuk gözüküyor’ yorumunda bile bulunurdu. Hani deyim yerindeyse, ‘Bayram değil seyran değil, bu beni niye öptü, ben ona niye sarılayım’ diyenlerdendi…
Ancak ben başkaydım… Ne zaman ona sarılsam gık demediği gibi zaman zaman sulu sulu yanaşmalarıma da sesini çıkarmazdı. Asla ve asla ‘Babam sert adamdı, bana kendini sevdirmedi’ diyemem… Ne kadar da iyi yapmış. Erken ayrıldı yanımdan, başımdan. Ama kokusunu, sıcaklığını, gücünü o kadar çok yaşamışım ki… Sanki dün yanımdaymış gibi… Ancak bir yandan da bir ömürdür yanımda yok gibi… Ona çok ihtiyacım olduğu bu yıllarda özlemim giderek artıyor…
Babalar Günü’nde hep çocuklara seslenilir. Babalarının kıymetini bilmeye çağrılırlar. Aslında çok anlamsız. Bir insan hatırlatılınca sevecekse babasını bir şey ifade etmez ki… Elbette babalar sevilmeli…
Benim seslenmek istediğim babalar… Allah herkese sıralı ölüm versin… Bir gün hepimiz göçüp gideceğiz. Kimse evlat acısı yaşamasın… Bir baba göçüp gittiğinde arkasında bir çocuktan çok fazlasını bırakır… Bir hasret bırakır, bir özlem bırakır, kolu kanadı kırılmış bir insan bırakır… Bu nedenle yaşarken baba çocuğuyla arasına mesafe koymamalı. Çocuğunun kendisine doymasına izin vermeli. Unutulmamalı ki baba gittiğinde arkasında onun kokusuyla bir ömür yürütecek bir can, bir kan bırakacak…
Babam ‘Gel lan buraya eşek, bir sarıl bana’ deme ihtiyacı fazla duymadı, buna izin vermedim… Her fırsatta yanındaydım zaten… Ama şimdi o sesi, o talebi bir kez duysam… Neler vermezdim ömrümden…
Babalar… Çocuklarınıza her daim yol açın size yaklaşmaları için… Sertliğin, sınırın anlamı yok… Sevgiyi hissettirin…
Bir kez boğuşabilseydim onla yeniden…
Yaşayabilenler bunu doya doya yaşasınlar…
Kızım yaşı gereği şimdi bunu anlamıyor… İtip kakıyor ben ona sarıldıkça… Anlayacağı günler gelecektir… ‘Şımartıyorsun’ diyenler var… 42 yaşında tek çocuk sahibi olabilmiş biri olarak… Kimi şımartayım eğer bu şımartmaksa… Dün gece yanıma çağırdım, ‘Git’ dedi… Damadı izliyordu televizyonda… Pepee… J

Babalık keyifli iş… Sıkıntılı dönemimde benim en büyük ilacım oldu babalığım…
Yıllar geçti babamı kaybedeli… Ardından bir tane olumsuz hikaye duymadım. Bu nedenle benim babam da ‘süper’ babalardandı… Allah herkese böyle anılacak bir baba nasip etsin… Herkes tarafından güzellikleriyle, adaletiyle anılan bir baba…
Böyle bir günde aklıma geldi… Geçenlerde bir yazı yazmıştım. Meslek hayatıma en büyük darbeyi vuran Serhat Albayrak’la ilgili… Ona hakkımı helal etmediğimi ifade etmiştim. Arayan soran çok oldu. Hepsi de destek verdi. Ama beddua etme dediler. Ben sadece hakkımı helal etmediğimin altını çiziyorum. Bedduayla ilgim olmaz. Serhat Albayrak Müslümanlığını ön planda gösterenlerden biri… Ama konuşmadan, anlayıp etmeden bir insanın iş hayatını baltalarken sonrasını da düşünmeyenlerden. Sonrasında yaşadıklarımdan en ufak bir haberi yok. Benim, ailemini en önemlisi kızımın kaderiyle nasıl oynadığından… Bu nedenle ona hakkımı helal etmeyeceğim. Hatta aklı erdiğinde kızıma da aynısını söyleyeceğim…  Benim gibi çok insanın canını yaktığını da biliyorum. O nedenle o asla bir ‘süper baba’ olamayacak…
Böyle bir günde, böyle bir yazıda niye ondan bahsettim… Benim gibi baba olan insanlar bilmeli ki sorumluluk asla yalnız ve yalnız kendi çocuklarımıza karşı duyulmaz. ‘Süper baba’ olmak için hayata karşı sorumluluk almak ve bir gün göçüp giderken helallik almak gerekir…
Benim babama benim bildiğim herkes hakkını helal etti…
Darısı tüm hak eden babaların başına…
Gününüz kutlu olsun babalar…

Haydi çağırın çocuklarınızı da bir kez de benim yerime size sarılsınlar… Bir gün belki bana teşekkür ederler…

14 Haziran 2014 Cumartesi

Sporculuk mu profesyonellik mi...

Dünya Kupası’yla birlikte zaman zaman duyduğum ve anlam veremediğim bir düşünce yine kulağıma geliyor: ‘Milli maçlardan bana ne…’
Aklıma gelen bir sorudur, kulüp oyuncusu ve milli takım oyuncularının profesyonellik ve sporculuk kavramları…
Bana göre kulüp oyuncuları tamamen profesyonellerdir… Bugün bir kulüp için canını verebileceğini iddia eden bir ismi 2-3 yıl sonra ezeli bir rakipte görmek son derece olağan oldu… Örnekleri o kadar çok ki… Sonra… Bir sakatlık olduğunda profesyonel futbolcu oynamak için şartlarını zorlar. O maçın ciddi primi vardır, formayı kaptırma korkusu vardır, kaçtı denme ihtimali vardır… Hele sezon sonuysa… Transfer piyasasından düşme ihtimali vardır… Milli maç oldu mu, profesyonel futbolcuların bir kısmının orası burası ağrır… Biraz sıkıntı varsa kaçacak yer aramalar başlayabilir…
Gelelim milli takımlara… Tek tip oyuncu vardır, o da ülkesi için oynayanlar… Bir sonraki organizasyonda da o forma için ter dökeceklerdir… Biraz istikrar sağlandı mı takım kimliğini de yakalayıverirler. Çok fazla prim şansı da yoktur. Elbette milli takımlarda da para kazanırlar ama transfer piyasası diye bir şey yoktur milli takım bazında… Ve başarılı olan tüm ülkede kahraman olur… Elbette o ülkede gelişme seviyesi yüksekse…
Burada bir parantez açalım… Bizde bu geçerli değildir… Bizde başarılı millinin takım kimliği de hemen ortaya konur… Çünkü biz ülke olarak koymaktan, s..ten falan hoşlanırız… Artık bunu da aleni şekilde dillendirir de olduk…
Konumuza dönelim… 2 tip oyuncu sergilemeye çalıştım… Profesyonel ve sporcu kimliği üzerinde… Sonra da milli maçları sevmiyoruz diyenler çıkıveriyor karşıma… Yani sporu sevmiyorsunuz. Derdiniz profesyonellik… Kavga – gürültü – küfür… Şartlar ne olursa kulüp kazansın. ‘Sporun içine edeyim’ mantığı ön planda… ‘Benim formamı giyen kahraman, giymeyen hain’
Gidelim bu doğrultuda… Gidelim de… Yarın öbür gün çoluğumuzun çocuğumuzun spor değil ama profesyonellik alanlarında başına bir şey geldiğinde şikayet etme hakkı bulabilecek miyiz? Ya da çoluk çocuğumuz ‘Siz ne diyorsunuz… Ben bu sporun neresini seveyim, abuk sabuk kavga edip duruyorsunuz’ dediğinde ne diyebileceğiz…
Ben futbolu severken 80’li yılların başından itibaren maçları hatırlıyorum… Golleri… Kadroları… Şimdiki neslin bildiği olaylar, kavgalar, atışmalar ve de artık küfürler…
Kabul edin… Çoğumuzun sporu sevdiği falan yok artık… Çoğunluk tatmin peşinde…

Bense yine de ‘Yaşasın Dünya Kupası’ diyorum.. Spor izlemek de güzel şey…

1 Haziran 2014 Pazar

Babamın ardından...



Her zaman saygıyla anarken özlemini duyduğum babam uzakyol gemi kaptanıydı… Çocukluğumun belli bir kısmında zaten yoktu… Şimdi artık umut da yok gelmesi, bir kez elimi tutması için… Oysa o kadar da ona ihtiyacım varken…
Zamanının efsane şirketi DB Deniz Nakliyat’ta başladı, orada emekli oldu. Zaten onun döneminde çok da fazla seçeneği yoktu. Nakliyatın simgesi ‘Sarı Baca’ onun için devlet anlamı taşırdı ve kaptanlık yaptığı sürece ondan asla ayrılmadı. Sonra karaya geçti, farklı yerlerde çalıştı mesleğiyle ilgili…
20’li yaşlarımın başına kadar babamın gemicilik yaşamıyla büyüdüm. Onun denizdeki arkadaşlarının içindeydim hep. Kulaklarımda sürekli onların hikayeleri vardı. Denizcilik yaşamının hep içindeydim…
Çocukluğum boyunca ben de babam gibi ‘kaptan’ olma hayalindeydim. Babam babasının izinden yürümüştü. Yanlış bilmiyorsam onlar kaptanken dünya denizlerinde gemileriyle birbirlerinin yanından geçen ilk Türk baba oğuldular. Babam babasının 4. kaptanlığını da yapmıştı. Ben o yoldan yürüyemedim. Nedeni göz rahatsızlığımdı…
Babam vefat ettiğinde ciddi bir kalabalık vardı. Denizci arkadaşları, eşleri, onların çocukları, torunları… Babamı son yolcuğunda yalnız bırakmamışlardı.
Aradan 10 yılı aşkın bir süre geçti. Zaman zaman babamın arkadaşlarından, onların ailelerinden haberler alıyorduk ama… Doğal olarak kopma olmuştu benim adıma…
Derken geçenlerde babamın rahmetli yol arkadaşlarından Ercüment amcanın oğlu aradı. Beni tahminen en son 32-33 yıl önce görmüştü. Şaşırdım. O rahmetli babasının anısına, mesleğine benden daha saygılı bir duruş göstermiş. Bunu son 10 gün içerisinde anladım. Facebook’ta bir grup kurduklarını ve babam zamanının efsane denizcilerinin yaşayanları, çocukaları için bir iletişim içine girdiklerini söyledi. Saydığı bazı isimler vardı ki şaştım kaldım… Burada yazmamın anlamı yok, onlar kendilerini bilir. 1 hafta boyunca onları görmek için sabırsızlandım. Organizasyonu da üstlendim…
Ve hafta sonu yaklaşık 20 kişilik bir grup olarak biraraya geldik… Denizlerin emekçilerinin kendileri ve çocukları olarak… Biliyordum denizciliğin farklı anlamlar taşıdığını ama bu yaşta bir kez daha görünce…
Sayı belki az gözükmüştür size... Ama tohumları 40-45 yıl önce atılmış dostlukların uzantısı olarak biraraya gelmiştik...
Kaptan Ömür abinin efsane Refik kaptan amcanın elini öperken ‘Nasılsınız beybaba kaptanım’ deyişi…
Denizcilik yapmış isimlerin vefat etmiş arkadaşlarının çocuklarına gösterdiği sevgiyi…
O çocukların aynı şekilde o isimlere gösterdiği saygıyı…
Gece boyunca o kadar içilmesine karşın kimsenin sarhoş olmayıp çizginin hep aynı noktada tutulması…
Yaşanan unutulmaz anıların dile getirilişi…
Senin – benim zamanım kavgası yapılmadan herkesin iş ve yaşam emeğine aynı saygının herkes tarafından gösterilmesi…
Babasını yitirmiş isimlerin (ki birisi benim) babalarıyla ilgili anıları ağzı açık dinlemeleri…
Hangisini anlatayım…
Denizcilik bir yaşam biçimidir… Denizciler, hele zamanın Deniz Nakliyat emekçileri bir ailedir… Bunları bir kez daha görmekten mutluluk duyarken babam adına da gurur duydum… İyi ki zamanında böyle bir ailenin içinde yer almış ve ne şanslı ki nankör olmayan bir meslek seçmiş o dönemler için…
Sonra kendimi düşündüm… Kendi meslek ailemi… Başkalarının meslek ailelerini, dünyalarını…
Onlar 70’ler, 80’lerde yaşamışlardı… Bizler 2000’li yılları yaşıyoruz. 20-30 yıl sonra benim kuşağım ya olur ya olmaz… Acaba benim o gecede yaşadığım sıcaklığı, saygıyı ben veya ailem bir şekilde hissedecek mi?
Ya da her ne iş yapıyorsanız… Sizler…
Yaşam biçiminize ne kadar sevgi hissedip saygı duyuyorsunuz gündeminizde…
Hepimizin ağzında vardır, ‘Herşey çocuklarım için’ cümlesi… Lafta kalıp kalmadığını tartmakta fayda var… Babam maddi fazla bir şey bırakmamış da olsa… O gece anladım ki bana manevi olarak çok önemli bir geçmiş bırakmış ki bu bana gurur veriyor… Evet geçmiş yenmez, içilmez, satılmaz… Ama…
İşte o ‘ama’yı anlamakta fayda var…
Bugün öyle ya da böyle yaşıyoruz… Ama gelecekte de canlarımız, kanlarımız, dostlarımız tarafından anılmak için farklı bir dünya da kurabiliriz kendimize…
Belki biraz karışık oldu ama… Bazen hayat değerlendirmeleri de yapmalıyız sanırım…
Teşekkür Hakkı Çek… Yani Hakkı abi… O anlamlı gecenin mimarı oldun…

Ancak devamını da isteriz elbette…