Belki de benim için en uzun yazı geride bıraktık…
Eşimin de emekli olmasıyla başladığımız yeni hayatta, bu
yazı 2 aya yakın süren tatille kendi
çapımızda çok güzel geçirdik… İstanbul’dan bu kadar ayrı kalmak da ayrı bir
keyifti…
Doğal olarak dönüşte her türlü takılmalara da denk geldik.
Emekli olmayı zengin olmakla karıştıran ciddi bir kesim var içimizde… Oysa biz
sadece emekli olduk, zengin değil!
Peki o kadar uzun tatil?
Bunu da çok merak eden oldu. Gelin bir ara, harcadığımızı ortaya
koyalım. 2 ayda eski 15-20 günlük maliyeti ancak bulmuşuzdur. Elbette kucağını
açan dostlar da sağolsun ama biz de son derece ekonomik davranınca gezip
tozmamız uzadı da uzadı…
Bundan sonra emekli bir çift olarak tüm arzumuz daha çok
gezmek. Kızımızın eğitiminden kalanı en ekonomik şekilde kullanıp zamanla çok
farklı yerleri görmek en büyük hayalimiz…
Kısmet artık…
Türkiye şartlarında çocuk okutan emekli çift olarak nasıl olacaksa...
Bu yaşta emeklilikten bahsetmek elbette üzücü… Ama hayat
şartlarımız böyle gelişti…
Ben ciddi ciddi bir emekli insan moduna geçeli bayağı oldı.
Tercihim bu değildi. Ama iş ortamları malumunuz. Çevre falan da tıkanınca… Baktık
başımızın çaresine…
Bu arada serde gazetecilik olunca… Birçok konuyu ama özellikle
mesleğimle ilgili gelişmeleri, medyayı ilgiyle takip ediyorum…
***
Ediyorum ve üzülüyorum!
Son günlerde Hürriyet gazetesinde rezilce işten çıkarmalar
gündem oldu…
Aslında mesleğimizin bu hallere geleceği çok önceden
sinyalini vermişti… Kimseler görmemişti…
Benim de çıkarıldığım dönemlere, 2010’lu yılların başlarına
dönelim. Mevcut iktidar güçlenme planları içine medyayı ele geçirmeyi de koymuştu.
Ve 2010’lu yılların başıyla ‘yandaş medya’nın temelleri atılmaya başlandı.
Zamanla onlardan olmayan herkesin öyle ya da böyle kurumlarıyla
ilgisi kesilirken onlardan olanlar itinayla sağa sola yerleştiriliyordu. Ortada
kalanlar için tek şart vardı: Biat…
Örneğin ben… Şike davasında yargılandığım için işten
çıkarıldığım, mahkemeye delil olarak sunuldu. Kayıtlarda var… Oysa gerçek basit:
Benim şike davasında yargılanmışlığım falan yok!
Spor muhabiri de olsam Cumhuriyet gazetesi kökenli olduğum
için çıkarıldığımı aklı çalışan herkes biliyor…
Ve işin daha komiği… 2011’deki bu yaşanmışlığın davası hala
bitmedi. Hala 10 yıllık emeğin karşılığını alamadım, davam Anayasa Mahkemesi’nde
bekliyor da bekliyor…
Ülkem halleri…
Neyse…
Zamanında genç bir gazeteci
olarak Hürriyet, Milliyet veya Sabah’ta çalışmak benim için de büyük bir
hedefti… Ne mutlu bana ki Sabah’ın gazete olduğu dönemde bu hedefe ulaştım. Çok
güzel 10 yıl geçirdim orada. Gazeteydi o zamanlar… Gazetecilik yaptık… Yanlışıyla
doğrusuyla… Ama ‘Sus’ denmedi, kendimizi de kimselere teslim etmedik… Gelelim
son yıllara…
Sabah, gazetecilikten bildiri
yayıncılığına dönüştü. Milliyet çöktü… Ardından Hürriyet… Diğerleri de farksız…
‘Alın maaşınızı, ne denirse onu yapın’ devri başladı… Artık o da bitti. ‘Size
maaş da yok, hadi yallah’ dönemine geçildi… Kapanan gazete, TV kanalı haberleri
peşi peşine geliyor…
Gazetecilerden de… Ama gerçek,
emekçi gazetecilerden, muhabirlerden de sona kalanlar ayıklanmaya başladı…
Tebligatla işten kovma hiç aklıma gelmezdi, o da yaşandı ülkemizde… Gazetecilikle
ilgisi olmayan bir patronun bu iğrençliğinin ardından sözde gazetelerden onurlu
istifalar da duyuluyor…
Ekmek parasından olmak, hele
kendi isteğiyle insan için zor bir karar. Dayanılmaz çirkinlikler bazılarını bu
noktaya taşıdı…
Gelelim bir de madalyonun öteki
yüzüne…
Sizlere… Sokaktaki insanlara…
Kimsecikler gazetelerine,
televizyonlarına sahip çıkmadı… Yandaş medya tüm gücüyle çalışanlarını, basını
ele geçirirken ‘Aman ya… Zaten gazetelerde okunacak bir şey kalmadı’ deme
basitliğine kaçıldı…
Aynı şey televizyonlar için de
geçerli… Kendi branşımdan örnek vereyim… Spor medyası bile rezilliğin
doruğunda. Bu kadar futbol seven bir ülkede yapılan spor programlarına,
reytinglere, çıkan kişilerin kimliklerine bir bakın…
Ama kabahat herkeste… Bu ülke,
yıllarca Rasim Ozan Kütahyalı gibi insanların spor programı yapmasına göz
yumdu. 1990’lar modeli saç kesmesine, forma giymesine iddiaları seyretti. Ekranda
bağırıp çağırırken kavga edenler gündem oldu, günlerce konuşuldular…
Bunlara çok bilenler de eklendi... 20 yıl futbol oynamış, 20 yıl teknik adamlık, 20 yıl da yöneticilik yapmışcasına bilmişler her tarafı kapladı... Bir nevi 'spor dünyasının akilleri'...
Bu arada medyanın temel kaynağı
habercilik unutuldu gitti. Birilerinin adamı olmak veya birilerine yanaşmak
öncelik kazandı…
Çünkü sokaktaki insan bunlara
tavır almadı…
Çünkü sokaktaki insanın bunlara
tavır alacak eğitimi de yok zaten…
Zafer Arapkirli ağabey yıllardır
çalışabildiği her ortamda ‘Sizin görüşünüzde olsun olmasın, her gün gazete
okuyun’ çağrısı yapar durur. Katılırdım ona. ‘Ama eleştirinizi de ortaya koyun’
demesine daha fazla onay verirdim..
Ama artık onla aynı görüşte
değilim…. Bu gazetelere prim vermemek daha doğru olmaya başladı kanımca..
Bakmayın siz tirajlardaki
200-250 bin arasındaki rakamlara. Ne Sabah ne Hürriyet 100 bin bile satmıyor…
Yıllarca 200-250 aralığında dolaşan spor gazeteleri 60 binleri şimdilik anca görüyor.
Sakın internet ortamlarından
falan bahsetmeyin. Gazete patronları haberden korkuyor, habercilik istemiyor. O
nedenle internet ortamlarında da haber dolaştığı falan yok. Bu da tirajların
gerçeğe dönüşmüş halini sergiliyor…
Yani gazetecilik öldü bitti…
Etraf çirkinliklere kaldı maalesef… Okunmayan gazeteler, seyredilmeyen
programlar….
***
Kışa giriyorsunuz… Ülkenin
ekonomik şartları doğrultusunda geçim zaten giderek zorlaşıyor… Ve derken eve gelen
tebligat yöntemiyle işsiz kalıyorsunuz bir sonbahar gününde…
Kabus gibi değil mi?
Hürriyet’te çıkarılanlar
arasında kanser tedavisi gören olduğu da söyleniyor…
Yazıktır günahtır…
Niye onlar? Çünkü sendika
ihtimali var, bir gün hak falan aramaya kalkarlar.. Aman aman…
Yaşadım o günleri…
Sonrasında bu arkadaşlara,
emekçilere ‘Aman kardeşim, üzülme boşver. Başka kapı açılır. Senin gibi
gazeteciye iş mi yok’ falan denecek… Etraflarındaki güçlü insanlar merak etmemelerini
tavsiye edecekler… Sonra zamanla çember küçülecek, gerçek dostlarla başbaşa kalınacak…
Ama en acısı.. Bu kişiler
arasında mesleğini çok sevenlerin büyük çoğunluğu bu meslekte iş
bulamayacaklar. Bulsalar bile tadı olmayacak…
Hürriyet gibi bir dev,
gazetecilikten bi-haber, biat altındaki patronların elinde olduktan sonra…
***
Ben mesleğe başladığımda da patronlar
çok eleştirilirdi. Dinç Bilgin, Aydın Doğan, Simavi ailesi, Mehmet Ali Yılmaz
gibi tüm isimler patron oldukları dönemde eleştiri oklarını üzerlerinde topluyorlardı.
Ama ben de o isimlerin bugünlerden çok daha iyi patron olduklarını düşünenlerdenim…
Çünkü onlar iyi kötü gazeteciliği bilip gazetecilik hedefliyorlardı. Elbette
farklı işler de kovalıyorlardı ama gazeteleri milyona yakın satıyordu… Tirajlar
düşünce bir çare arıyorlardı. Ve gazetecilere değer veriyorlardı…
Bir de şimdikilere bakın.. Ve
onların çalıştırdıkları yazarlara, gazetecilere…
Herkese çok geçmiş olsun…
Dilerim bir gün zengin birileri çıkıp
gazetecilik, televizyonculuk yapmayı hedeflerler. Benden geçti ama gelecek
kuşakların buna ihtiyacı çok var…
Sokaktaki insanın da…
Medyası güçlü olmayan ülkelerin
durumunu incelemenizi tavsiye ederim.
Bu arada… Ekonomik şartlarla
boğuşan az sayıda size yakın gazete de vardır mutlaka. Onlardan desteğinizi
esirgemeyin… Sizlerin desteğiyle büyürlerse büyürler… Kapı açarlar… Kadroları zenginleştikçe
gelişirler… Buna onların da, ülkenin de çok ihtiyacı var…
Ve en önemlisi… Verdiğiniz
desteği herkese hissettirin… Emekçisine de, patronuna da…
Ve bunu gereksiz yerlerde değil,
doğru yerlerde yapın… Primi yanlış yerlere tanımayın…
Örneğin… Bir spor programında uzayla
konuşuldu bu ülkede… Adamın biri boru üfledi stüdyoda... Neler oldu neler… Ve bunlar
günlerce konuşuldu, eleştirildi. Ve bunu yapanlar bundan prim sağladılar
aslında…
Bu yanlışa düşmeyin…
Muhatabınız güvendiğiniz,
beğendiğiniz olsun…
Sağlıcakla kalın…
Mutlu olun… Olabildiğiniz kadar…