1 Kasım 2019 Cuma

Medyatik haller...


Belki de benim için en uzun yazı geride bıraktık…
Eşimin de emekli olmasıyla başladığımız yeni hayatta, bu yazı  2 aya yakın süren tatille kendi çapımızda çok güzel geçirdik… İstanbul’dan bu kadar ayrı kalmak da ayrı bir keyifti…
Doğal olarak dönüşte her türlü takılmalara da denk geldik. Emekli olmayı zengin olmakla karıştıran ciddi bir kesim var içimizde… Oysa biz sadece emekli olduk, zengin değil!
Peki o kadar uzun tatil?
Bunu da çok merak eden oldu. Gelin bir ara, harcadığımızı ortaya koyalım. 2 ayda eski 15-20 günlük maliyeti ancak bulmuşuzdur. Elbette kucağını açan dostlar da sağolsun ama biz de son derece ekonomik davranınca gezip tozmamız uzadı da uzadı…
Bundan sonra emekli bir çift olarak tüm arzumuz daha çok gezmek. Kızımızın eğitiminden kalanı en ekonomik şekilde kullanıp zamanla çok farklı yerleri görmek en büyük hayalimiz…
Kısmet artık…
Türkiye şartlarında çocuk okutan emekli çift olarak nasıl olacaksa...
Bu yaşta emeklilikten bahsetmek elbette üzücü… Ama hayat şartlarımız böyle gelişti…
Ben ciddi ciddi bir emekli insan moduna geçeli bayağı oldı. Tercihim bu değildi. Ama iş ortamları malumunuz. Çevre falan da tıkanınca… Baktık başımızın çaresine…
Bu arada serde gazetecilik olunca… Birçok konuyu ama özellikle mesleğimle ilgili gelişmeleri, medyayı ilgiyle takip ediyorum…
***
Ediyorum ve üzülüyorum!
Son günlerde Hürriyet gazetesinde rezilce işten çıkarmalar gündem oldu…
Aslında mesleğimizin bu hallere geleceği çok önceden sinyalini vermişti… Kimseler görmemişti…
Benim de çıkarıldığım dönemlere, 2010’lu yılların başlarına dönelim. Mevcut iktidar güçlenme planları içine medyayı ele geçirmeyi de koymuştu. Ve 2010’lu yılların başıyla ‘yandaş medya’nın temelleri atılmaya başlandı.
Zamanla onlardan olmayan herkesin öyle ya da böyle kurumlarıyla ilgisi kesilirken onlardan olanlar itinayla sağa sola yerleştiriliyordu. Ortada kalanlar için tek şart vardı: Biat…
Örneğin ben… Şike davasında yargılandığım için işten çıkarıldığım, mahkemeye delil olarak sunuldu. Kayıtlarda var… Oysa gerçek basit: Benim şike davasında yargılanmışlığım falan yok!
Spor muhabiri de olsam Cumhuriyet gazetesi kökenli olduğum için çıkarıldığımı aklı çalışan herkes biliyor…
Ve işin daha komiği… 2011’deki bu yaşanmışlığın davası hala bitmedi. Hala 10 yıllık emeğin karşılığını alamadım, davam Anayasa Mahkemesi’nde bekliyor da bekliyor…
Ülkem halleri…
Neyse…
Zamanında genç bir gazeteci olarak Hürriyet, Milliyet veya Sabah’ta çalışmak benim için de büyük bir hedefti… Ne mutlu bana ki Sabah’ın gazete olduğu dönemde bu hedefe ulaştım. Çok güzel 10 yıl geçirdim orada. Gazeteydi o zamanlar… Gazetecilik yaptık… Yanlışıyla doğrusuyla… Ama ‘Sus’ denmedi, kendimizi de kimselere teslim etmedik… Gelelim son yıllara…
Sabah, gazetecilikten bildiri yayıncılığına dönüştü. Milliyet çöktü… Ardından Hürriyet… Diğerleri de farksız… ‘Alın maaşınızı, ne denirse onu yapın’ devri başladı… Artık o da bitti. ‘Size maaş da yok, hadi yallah’ dönemine geçildi… Kapanan gazete, TV kanalı haberleri peşi peşine geliyor…
Gazetecilerden de… Ama gerçek, emekçi gazetecilerden, muhabirlerden de sona kalanlar ayıklanmaya başladı… Tebligatla işten kovma hiç aklıma gelmezdi, o da yaşandı ülkemizde… Gazetecilikle ilgisi olmayan bir patronun bu iğrençliğinin ardından sözde gazetelerden onurlu istifalar da duyuluyor…
Ekmek parasından olmak, hele kendi isteğiyle insan için zor bir karar. Dayanılmaz çirkinlikler bazılarını bu noktaya taşıdı…
Gelelim bir de madalyonun öteki yüzüne…
Sizlere… Sokaktaki insanlara…
Kimsecikler gazetelerine, televizyonlarına sahip çıkmadı… Yandaş medya tüm gücüyle çalışanlarını, basını ele geçirirken ‘Aman ya… Zaten gazetelerde okunacak bir şey kalmadı’ deme basitliğine kaçıldı…  
Aynı şey televizyonlar için de geçerli… Kendi branşımdan örnek vereyim… Spor medyası bile rezilliğin doruğunda. Bu kadar futbol seven bir ülkede yapılan spor programlarına, reytinglere, çıkan kişilerin kimliklerine bir bakın…
Ama kabahat herkeste… Bu ülke, yıllarca Rasim Ozan Kütahyalı gibi insanların spor programı yapmasına göz yumdu. 1990’lar modeli saç kesmesine, forma giymesine iddiaları seyretti. Ekranda bağırıp çağırırken kavga edenler gündem oldu, günlerce konuşuldular… 
Bunlara çok bilenler de eklendi... 20 yıl futbol oynamış, 20 yıl teknik adamlık, 20 yıl da yöneticilik yapmışcasına bilmişler her tarafı kapladı... Bir nevi 'spor dünyasının akilleri'... 
Bu arada medyanın temel kaynağı habercilik unutuldu gitti. Birilerinin adamı olmak veya birilerine yanaşmak öncelik kazandı…
Çünkü sokaktaki insan bunlara tavır almadı…
Çünkü sokaktaki insanın bunlara tavır alacak eğitimi de yok zaten…
Zafer Arapkirli ağabey yıllardır çalışabildiği her ortamda ‘Sizin görüşünüzde olsun olmasın, her gün gazete okuyun’ çağrısı yapar durur. Katılırdım ona. ‘Ama eleştirinizi de ortaya koyun’ demesine daha fazla onay verirdim..
Ama artık onla aynı görüşte değilim…. Bu gazetelere prim vermemek daha doğru olmaya başladı kanımca..   
Bakmayın siz tirajlardaki 200-250 bin arasındaki rakamlara. Ne Sabah ne Hürriyet 100 bin bile satmıyor… Yıllarca 200-250 aralığında dolaşan spor gazeteleri 60 binleri şimdilik anca görüyor.  
Sakın internet ortamlarından falan bahsetmeyin. Gazete patronları haberden korkuyor, habercilik istemiyor. O nedenle internet ortamlarında da haber dolaştığı falan yok. Bu da tirajların gerçeğe dönüşmüş halini sergiliyor…
Yani gazetecilik öldü bitti… Etraf çirkinliklere kaldı maalesef… Okunmayan gazeteler, seyredilmeyen programlar….
***
Kışa giriyorsunuz… Ülkenin ekonomik şartları doğrultusunda geçim zaten giderek zorlaşıyor… Ve derken eve gelen tebligat yöntemiyle işsiz kalıyorsunuz bir sonbahar gününde…
Kabus gibi değil mi?
Hürriyet’te çıkarılanlar arasında kanser tedavisi gören olduğu da söyleniyor…
Yazıktır günahtır…
Niye onlar? Çünkü sendika ihtimali var, bir gün hak falan aramaya kalkarlar.. Aman aman…
Yaşadım o günleri…
Sonrasında bu arkadaşlara, emekçilere ‘Aman kardeşim, üzülme boşver. Başka kapı açılır. Senin gibi gazeteciye iş mi yok’ falan denecek… Etraflarındaki güçlü insanlar merak etmemelerini tavsiye edecekler… Sonra zamanla çember küçülecek, gerçek dostlarla başbaşa kalınacak…
Ama en acısı.. Bu kişiler arasında mesleğini çok sevenlerin büyük çoğunluğu bu meslekte iş bulamayacaklar. Bulsalar bile tadı olmayacak…
Hürriyet gibi bir dev, gazetecilikten bi-haber, biat altındaki patronların elinde olduktan sonra…
***
Ben mesleğe başladığımda da patronlar çok eleştirilirdi. Dinç Bilgin, Aydın Doğan, Simavi ailesi, Mehmet Ali Yılmaz gibi tüm isimler patron oldukları dönemde eleştiri oklarını üzerlerinde topluyorlardı. Ama ben de o isimlerin bugünlerden çok daha iyi patron olduklarını düşünenlerdenim… Çünkü onlar iyi kötü gazeteciliği bilip gazetecilik hedefliyorlardı. Elbette farklı işler de kovalıyorlardı ama gazeteleri milyona yakın satıyordu… Tirajlar düşünce bir çare arıyorlardı. Ve gazetecilere değer veriyorlardı…
Bir de şimdikilere bakın.. Ve onların çalıştırdıkları yazarlara, gazetecilere…
Herkese çok geçmiş olsun…
Dilerim bir gün zengin birileri çıkıp gazetecilik, televizyonculuk yapmayı hedeflerler. Benden geçti ama gelecek kuşakların buna ihtiyacı çok var…
Sokaktaki insanın da…
Medyası güçlü olmayan ülkelerin durumunu incelemenizi tavsiye ederim.
O zaman niye ‘yandaş medya’nın hayata geçirildiğini daha iyi anlarsınız…
Bu arada… Ekonomik şartlarla boğuşan az sayıda size yakın gazete de vardır mutlaka. Onlardan desteğinizi esirgemeyin… Sizlerin desteğiyle büyürlerse büyürler… Kapı açarlar… Kadroları zenginleştikçe gelişirler… Buna onların da, ülkenin de çok ihtiyacı var…
Ve en önemlisi… Verdiğiniz desteği herkese hissettirin… Emekçisine de, patronuna da…
Ve bunu gereksiz yerlerde değil, doğru yerlerde yapın… Primi yanlış yerlere tanımayın…
Örneğin… Bir spor programında uzayla konuşuldu bu ülkede… Adamın biri boru üfledi stüdyoda... Neler oldu neler… Ve bunlar günlerce konuşuldu, eleştirildi. Ve bunu yapanlar bundan prim sağladılar aslında…
Bu yanlışa düşmeyin…
Muhatabınız güvendiğiniz, beğendiğiniz olsun…
Sağlıcakla kalın…
Mutlu olun… Olabildiğiniz kadar…




Hiç yorum yok: