17 Şubat 2012 Cuma

Teşekkürler

Yılllar sonra nacizane Cumhuriyet çatısı altından bir şeyler karalamaya çalıştım. Çevremde bir hareketlenme bekliyordum ama açıkcası bu beklentimin de üzerinde oldu. Olumlu olumsuz eleştirileriyle birlikte iyi dileklerini ileten çok sayıda kişi gördim. Hepsine elimden geldiğince yanıt vermeye çalıştım. Unuttuğum veya göremediğim olduysa özür dilerim...

Bana tekrardan kapılarını aralayan Cumhuriyet ailesine duyduğum sevginin de boş olmadığını bir kez daha gördüm. Sanırım o ailenin bir parçasıyım ve de bundan ötürü çok mutluyum. Nereye kadar sürer bilemem ama şartlar ne olursa olsun ben Cumhuriyet vatandaşı olarak kalacağım ne mutlu ki...

Olumlu olumsuz eleştiriler demiştim... Düzey bozulmadıkça hepsine yetişmeye çalışıyorum. Ama bir de garip lisanlarıyla ortada dolaşan arkadaşlar var. Benim Cumhuriyet'te olmamı o garip lisanlarıyla eleştiriyorlar. Hatta Fenerbahçeliliğime bile laf atanlar oluyor...

Dostlar... 30 yıla yakın benle mi yaşadınız da Fenerbahçeliliğime laf edebiliyorsunuz? Neler yaşadığımı, neler yaptığımı ne kadar biliyorsunuz? Beni ne kadar tanıyorsunuz? Ne kadar Fenerbahçe'nin içinde yer aldınız? Ve de ne kadar benimle medeni şartlarda Fenerbahçe'yi konuşabilirsiniz?

Gelelim Cumhuriyet'e... En zor şartlarında bile Cumhuriyet gazetesi için emek verdiniz mi? Oradaki insanlar beni nasıl tanır ki siz bana bir şeyler söyleyebiliyorsunuz? Yine aynı şey: Beni ne kadar tanıyorsunuz? Ve de herşeyden öte: Fikirlere, tartışmaya karşı biri gibi davranıp kendinizi nasıl Cumhuriyet gazetesi içinden görebiliyorsunuz?

Fenerbahçelilik ve Cumhuriyet okuru olmak 1 ortak özellik taşır: Demokratik olmak...

Ne kadar demokratiksiniz?

Tekrardan hepinize kucak dolusu teşekkürler...
http://www.cumhuriyetspor.com.tr/yeniden-deniz-derinsu.html

Yorumlarınızı bekliyorum ...

5 Şubat 2012 Pazar

Geçmişin Bitmeyen Keyifleri


Gelenektir her yerde, her kötü hava sürecinin ardından hava hafta sonu düzelirse herkes kendini sokağa atar. Çok da normal. İstanbul'da da böyle olur. Ancak kötü taraf kitlenen trafiktir her defasında. Hava almaya çıkanların zamanın bir kısmını araçlarında geçirdikten sonra eve de ceplerinde psikolojik bir yorgunlukla dönerler.

Kadıköy'ün göbeğinde, Moda'da oturunca ailecek hafta sonu tercihimizi Moda - Kadıköy - Kızıltoprak hattı içinde geçirdik. Arabayı çıkarmayınca açıkcası hiç de yorulmadık!

Neler yedik falan yazmıyacağım. Bunları 'düşüncesizce' çeşitli ortamlarda yazanlara da tilt oluyorum. Alabilen var, yiyebilen var... Alamayan, yiyemeyen de var... Hayatında ilk kez bir şey yer – içermişcesine sergilemenin anlamını çözemiyorum... Çözen de anlatırsa sevinirim :)

Cumartesi Bahariye'de turladık. Tıklım tıklımdı ve hoştu görüntü. Örneğin eski Süreyya Sineması, şimdinin Opera Salonu'nun hemen yanıbaşında sokak tiyatrosu oynayan bir grup Avrupa sokaklarını anımsattı. Asıl sevindiren onları izlemeye çalışan grubun kalabalıklığıydı. Pek haz duymam ama bu kez öylesine dükkanlara girip çıktık. Özellikle kitapçıları, müzik raflarını dolaşırken gözüme bir nokta takıldı. Kitap raflarının önlerinde İstanbul'la, semtleriyle ilgili tarihi seçmeler vardı. Sonra müzik standlarına baktım. 45'lik, 90'lık adı altında bir grup Cd'ler satılıyordu. Şarkılar nostaljikti. Nil Burak, Erol Evgin, Seyyal Taner derken müşterilere de çalınan parçalarda da tercih bu yöndeydi.

Sanki bize bugün bile 'geçmişimizi' pazarlıyorlar gibi geldi. Yaşımın da ilerlediğini ister istemez hissettim!

Aklıma hafta içi geldi. Barış Manço'nun ölüm yıldönümüydü bildiğiniz üzere. Hep bu dönemlerde Barış Manço'nun evine ziyaretçiler olur. Ve yine bu dönem geceleri sokakta yürürken onun şarkılarını Moda sokaklarında mırıldayanlar duyulur. Hafta içinde de onları duydum evden. Çok da hoşuma gitti...

Oradan Kadıköy çarşısına daldık. Bana göre dünyanın, çok iddialı oldu ama ısrarcıyım, dünyanın en renkli, en keyifli yeridir Kadıköy çarşısı... Dükkanları, cafeleri, yemek yerleri derken kendinizi kaybedersiniz eğer biraz da olsa o ortamlardan hoşlanıyorsunuz. Çarşıda zaman zaman bazı mekanlar kapanıp yerlerine yenisi açılır. Ama 'müdavim' olarak adlandırabileceğimiz insanlar, gerçek Kadıköylüler bildikleri yerlerden şaşmazlar. Bunu bir kez daha gördüm. Yılların yerleri yeni açılmış gibi doluydu. Oradakilerin yüzünde 'Biz pek fazla yer bilmeyiz' yazar gibiydi... Çorabını bile 30 yıldır aynı yerden alan insanlar biliyorum. Onların yaşarkenki tek korkusu Kadıköy'den uzak kalmaktır...

Bugün de Fenerbahçe – Beşiktaş maçına giderken yine yayaydım. 20-25 yıl önce izlediğim güzergahdan gittim. Çok keyifliydi. Belki de 30 yıl önce varolan bakkalların, lokantaların, cafelerin önünde taraftarın maç hazırlığı vardı. Bir maç gününün keyfini doya sıya yaşıyorlardı. Sohbetlerden akıl almayacak fikirlerin, düşüncelerin, esprilerin çıktığı kulağıma yansıyıp durdu. Tam bir mahalle havası yaşanıyordu aralarda... Bana çocukluğumdan beri Kadıköy'ü, Fenerbahçe'yi sevdiren, aşık ettiren hava. Koşulsuz, beklentisiz, çıkarsız bu havayı yaşayan insanların keyfini sanırım kimse bozamaz. Maç sonu eve yürürken Fenerbahçe'nin galibiyeti o sokaklara doping etkisi yapmıştı. Keyifler her yerde dalga dalgaydı. Tıpkı geçmişteki gibi...

Şöyle bir düşünüyorum da... Eskiden herşey ne kadar yalın ve o yalınlık doğrultusunda güzel ve keyifliymiş. Kimsenin kimseyi yargılamadığı ortamlarda sevgiler yaşanıyordu ve biz sanırım her geçen gün, geride kalan güne daha da özlem duyuyoruz...

2 satır da maç için yazayım, siz deyin gevezelikten, ben diyeyim alışkanlıktan...

Beşiktaş'ın kadrosuna bakıldığında Fenerbahçe çok doğal bir galibiyet aldı. Yadırgadığım, bu dağılmış Beşiktaş karşısında 2. yarıda bir süre 'mahkum' oynamak oldu. Başlama hızı ve etkisi, 90 dakika olmasa bile daha fazla sürmeliydi. 2-0 çok erken yakalansaydı problem yoktu da zaman zaman endişeli dakikalar kendini gösterdi. Golünü bir kenara koyalım, Yobo bana göre bu sezon Alex'ten sonra takımın en önemli ismi. Çok usta ve çok profesyonel. Dilerim 2-3 yıl veya kendi istediği sürece kalır. Bana yıllar sonra Uche'yi anımsatan isim oldu. Sow golle başlamanın büyük dopingini yaşadı. Ona iyi veya kötü diye yorum yapanlara gülüyorum. Bir süre beklemek şart. Kendisi de dilerim gol moralli başlamanın avantajını sürdürür.

Fenerbahçe çok önemli bir galibiyet aldı. Dilerim play-off'lara kadar Sow'un takıma tam adaptasyonu gerçekleşir. O zaman da ciddi bir artı sağlanır...

3 Şubat 2012 Cuma

Cüce Şubat

Yılın en kısa ayı şubat, bu kez futbolda belki de ilk ve son kez bu kadar 2 önemli olaya sahne olacak. 14 Şubat şike davasının duruşmalarının başlama tarihi. Aysonunda ise TFF yeni başkanına kavuşacak...

14 Şubat'la başlayalım. Tarih olarak kuşkusuz çok önemli bir gün olacak fıtbol için ama ilk günlerde çok da fazla bir şey beklememek gerek. 100'e yakın tutuklu-tutuksuz sanık ve 100'ü aşkın tanık. Kimlik tespitleri, dosyalar, dilekçeler derken ilk duruşma döneminin sonuç ve yankı açısından düş kırıklığı yaratma ihtimali daha yüksek.

Bir grup var ki futbol ve takım sevgilerini duydukları kişisel hayranlıklara taşıyorlar. Bu durumda kimi zaman da içinde bulundukları camia bu tablodan olumsuz etkileniyor. Davada adı geçen 8 takımda da aynı kaos gözleniyor. Oysa taraftar eğer kulübün taraftarı ise (ki böyle olmalı) önceliği renklerine, kulübüne vermeli.

Ben, bu satırları okuyan sizler... Bizler varolmadan önce de Fenerbahçe vardı ve büyüktü. Biz öleceğiz ve Fenerbahçe yine büyüklüğünü devam ettirecek. Elbette nankör olmamak lazım, bu kulübe maddi – manevi hizmet eden herkese her zaman sahip çıkılmalı ama bu nedense böyle olmuyor.

Şöyle bir düşünün... Ali Şen, Şadan Kalkavan, Sadettin Saran, Hakan Bilal Kutlualp, Atilla Kıyat gibi yöneticiler için bu tribünler zamanında haykırmadı mı? Ziya Şengül, Mehmet Ali Aydınlar, Tahir Kıran gibi isimler için geçmişte hizmetlerinden ötürü teşekkür edilmedi mi?

Okuyanlardan bir kısmın şu an bana nefretini kustuğunu tahmin ediyorum! Lütfen burada bu yazıyı terkedin ve daha da tartışmayalım. Zira medeniyet olmadan bu tepki bana kıt-zeka bir yaklaşımın sonucu olarak geliyor...

Devam edelim...

Bu isimler hiç mi Fenerbahçe'nin yıllar içinde büyümesine etken olmadı? Maddi – manevi hiç mi katkıları olmadı? Elbette hepsinin yanlışları olmuştur... Benim gibi, sizler gibi... Ancak bu bu şekilde hain ilan edilmelerine neden midir?

Şöyle bir tartın: Bu isimler neden hep aynı isimle ters düşmüşlerdir? Ve neden hepsi birden 'hain' ilan edilmişlerdir. Aralarında Fenerbahçe için yüzbinlerce dolar harcayanlar var... İşini gücünü, ailelerini aylarca bırakanlar var. Bu tablo kime bu insanlara sövme hakkını verir? Ben de dahil bir kesimin 'Doğum Günü 3 Temmuz' olarak nitelendirdiği taraftar kitlesi bu isimlere 'hain' damgasını vurma hakkını nereden buluyorlar? Şuna da dikkat edin: Bu isimlerin büyük çoğunluğu 3 Temmuz öncesi mevcut yönetimi eleştiriyorlardı. Bir başka deyişle eleştirilerini her dönem ortaya koyuyorlardı.

Ama doğru ya: Fenerbahçe'yi eleştirmek hainliktir! İhraç gerektirir, dışlanmak gerektirir! Mühür kimdeyse ve o kimi 'hain' ilan ettiyse, o Fenerbahçe düşmanıdır. Artık Fenerbahçeli değildir. Ona küfretmek lazım, dışlamak lazım....

Geçin bunları beyler... Kimsenin Fenerbahçeliliğini tartışmayın! En azından tartışacağınız birileri varsa önce onla konuşun. Onu bir tanıyın. Kararınızı sonra verin...

Fenerbahçelilik yürekten sökülmez...

Bugün bir bayrak altında yaşıyoruz. Birçok parti var. Seçimler oluyor. İktidarlar oluyor, muhalefetler oluyor. Ama sonuçta bir şekilde o bayrak altında yaşamayı sürdürüyoruz.

Fenerbahçe'yi Cumhuriyet olarak tanımlayıp o şekilde yaşıyorsak bu hoşgörüyü de göstermeliyiz. Fenerbahçe bölündükçe rakiplerin 'kıs kıs' güldüğünü de gözardı etmemek gerek...

Bugün mührün gücünü yaşarken asıp kesenler acaba aynı şekilde bir gün asılıp kesileceklerinin hesabını, geçmişteki örneklerde görüp hiç mi yapmazlar?

Kuvvetlinin herkese el uzatması kuvvetinin dağılmasına değil, artmasına sebep olur...


Gelelim federasyona...

Bana göre futbolda gelmiş geçmiş en şanssız başkan Mehmet Ali Aydınlar olmuştur.

Bir kere Aydınlar'ın Fenerbahçe düşmanı olduğuna beni kimse inandıramaz. Veya düşmanı haline geldiğine... Voleybol gibi gözardı kalan bir dalda Fenerbahçe'yi şahsi gayretleriyle dünya markası haline getirirken 3-5 ay içinde düşman haline gelmesi mümkün değil bana göre...

Sayın Aydınlar bana göre kötü bir yöneticilik yaşadı. Yanlış bir ekiple yola çıktı. Ve yaşamının en büyük talihsizliğini iyi yönetemedi.

Belki de çoktan ayrılmalıydı. Geç kaldı ve en ayrılmaması gerektiği anda bırakarak hata zincirine bir halka daha ekledi...

Bir şeyine dikkat ettim. Çok suçlandı. Zaman zaman bunlara cevap verdi. Ancak sadece cevap verdi. Üstü kapalı bazı kişilere mesaj yollarken kimseyi kamuoyunda hedef haline getirmeme gayreti vardı. Daha açık konuşursa ortalığın daha karışacağı kanısındayım. Çok hataları oldu ama tek hatalının o değil bu yaşananlarda...

Son dönem ortaya çıkan 'gizlenen belge' ve 'şike davası savcısı hakkında soruşturma talepleri', ateş hattında bulunan 8 takıma nefes aldırdı. Ama bu durum tapelerle ortaya çıkan tartışmanın, şike iddialarının 8 takım için bittiği anlamına gelmez.

Mehmet Ali Aydınlar bir süre dinlenecektir kuşkusuz. Bu seçime yeni bir yönetimle tekrar girme ihtimali konuşuluyor, büyük skandal olur. Ancak... İstediğiniz kadar kızın ama Aydınlar ismi gelecekte yine Fenerbahçe için önemli bir isim olacaktır... Çünkü futbolun dünyası böyledir ve örneği çoktur...

Seçim sürecinin ilk en ciddi adayı Şenes Erzik olarak sahne aldı. Çok tecrübeli bir isim. Ama nedense bende hiçbir zaman kendisini çok fazla sıkıntıya sokmadığı havası yaratmıştır. Ve yeni başkanı bekleyen süreç malum... Bu nedenle aday olacağı kanısında değilim.

Bu arada bir gazeteci olarak... Adayların 'Adayım' veya' Aday olmam' açıklamalarını asla ciddiye almam. Bunun altını çizeyim. 27 Şubat'a kadar köprü altından çok su akar... Benim şu an yazdıklarım gözlem ve düşüncelerimden ibaret...

İbrahim Hacıosmanoğlu ilk resmi aday oldu. Tepki olarak bu kararı aldığını ve biraz erken davrandığını düşünüyorum.

Ali Şen gündemde. Sayın Şen bir süredir kendini emekliye ayırmış gibi. Tekrar futbolun içine gireceğini sanmıyorum. Ayrıca zaman zaman futbolun nankörlüğünden de yakındığını düşünürsek, kendisini düşünenlere teşekkürle bu defteri açmadan kapatır...

Mehmet Atalay... En azından geçen seçim gündeme gelerek bu işi düşündüğünü gösterdi. Futbol dünyasında çok sevilen bir isim. Yeni bir soluk olabilir...

Ve Haluk Ulusoy... Hükümet engelli bir görüntü içinde. Son açıklamasını algılayamadım. 'Beni isterlerse gelirim' dedi. O göreve kimse yerleştirilmemeli. Yerleştirilenlerin sonu malum. Bu nedenle Haluk Ulusoy bu işi düşünüyorsa mücadelesini de vermeli. Seçilirse başarılı olur mu? Kişilerin geçmişine baktığımızda en parlak tablo kendisinde... Bunu tartışmak yersiz.

Hatta bir Fenerbahçeli olarak en çok şampiyonluğu sanırım onun döneminde yaşadık, değil mi? :)

Federasyon için daha çok gelişmeler yaşanır... Hem de tahmin edemeyeceğimiz kadar...

Bana göre asıl mesele malum 8 takımı şike davasından, TFF çekişmelerinden uzak tutmak öncelikli görev olmalı.

Ve kimse de bu camiaları kendisine 'dümen' tutmamalı...