27 Ağustos 2012 Pazartesi

Haydi Kartallılar...



Futbol çoğumuzun dünyası... Futbolu seviyoruz ve bir sporsever olarak dünyasında bulunduğumuzda çok farklı tatlar alabiliyoruz...
Futbolla ilgili şeyler de aynı şekilde ilgimizi sık sık çeker... Örneğin bir film... 'Dar Alanda Kısa Paslaşmalar' isimli film bunlardan biriydi. Bir takımın etrafında amatör ruhla yaşananların konu alındığı bu film benle beraber birçok kişinin o dönem fazlasıyla hoşuna gitmişti...
Futbolu amatör ruhuyla yaşamak... Büyük kulüp taraftarı, çalışanı veya yakını olunca bu biraz zor oluyor. İşin içine giren profesyonellik an geliyor çeşitli hesaplaşmaları da gündeme getirebiliyor ve işin tadı kaçıveriyor...
Her zaman futbolun amatör ruhu beni kendine hayran bırakmıştır. Bir grup insanın sırf başarı için biraraya gelip zor şartlarda verdiği mücadele bana göre çok anlamlıdır...
Ben bu heyecanı son dönemde Kartalspor'la yaşıyorum. Başkanlığına gelen sevdiğim bir ağabeyim, Hamza Tozkoparan'ın göreve soyunmasıyla Kartalspor'u yakından takibe başladım. Başta ekonomik olmak üzere yaşadıkları zorlukları yakından görüyorum. Ama gerçekten Kartallı bir başkanın göreve gelişi takımı farklı duygularla kenetlemiş gözüküyor. Belki başarı olarak hedefler çok büyük değil ancak herkes yine de başarılı olmayı fazlasıyla arzuladığını sergiliyor.
Nedeni basit... Bulunduğu ligin tek İstanbul temsilcisi olan Kartal mütevazi bir ilçe takımı. Volkan, Egemen, Olcan gibi ciddi yıldızlar Kartal yapısından Türk futboluna kazandırıldı. Kartal ilçesinde takımı seven bir kesim var. Altyapının genişliği (Bu arada geçen sezon A2 takımının şampiyon olduğunu hatırlatalım) kulübün aile bireylerini de genişletiyor. Sonuçta ortaya sevimli, amatör ruhlu bir takım çıkıyor. Evet, Kartalspor profesyonel bir kulüp ama mücadelesini amatör ruhla yapmanın sempatikliğini sergiliyor. Statı, seyircisi, bütünlüğü bunların başlıca olumlu etkileri...
Kampını, bazı hazırlık maçlarını izlediğim Kartalspor'un ligdeki ilk maçı olan Göztepe karşılaşması için tribündekilerden biriydim. Açıkcası Kartallı başkan Hamza Tozkoparan, Kartallı hoca Besim Durmuş ve Kartallı çalışanların yoğunluğuyla ortaya çıkan heyecan maça da fazlasıyla yansıdı. Zordur o ligde devreyi 1-0 yenik kapatıp maçı döndürmek. Bunu başardılar. 16.00'da başlatılan maçta mücadele 36 derece altında oynandı. Ve en önemlisi o lige oranla gerçekten keyif alınan bir oyun vardı. Heyecan fazlasıyla yaşandı. Hele son 10 dakika içerisinde karşılaşma 2 tarafa gitti geldi. Sonuçta Kartal kazandı. O sıcakta kalkıp İzmir'den gelen Göztepe'nin takımına aşık seyircisi için üzülmemek elde değil ama bunun adı futbol, 2 taraf birden kazanamıyor...
Beni düşündüren ise Kartal tribünleri oldu...
Hamza Tozkoparan'ın başkan olması futbol dünyasından ciddi isimleri bir süredir Kartalspor etrafında topluyor. Destek için yine vardılar. Ama asıl olması gereken Kartal'ın mülki amirlerinden çoğunluğunun maça gelmediğini gözlemledim. Sorduğumda bir tek belediye başkanının tribünde yer aldığını şaşırarak öğrendim. Diğer isimler yeni dönemimde Kartalspor'u sezonun ilk maçında yalnız bırakmışlardı... ...
Tribünlerde de ciddi boşluklar vardı... Bir grup taraftar 90 dakika takımlarına destek verdiler ama açılmasına gerek bile görülmemiş tribünler görüldü. Tüm bunlar İstanbul'un en önemli ilçelerinden biri olan Kartal'a yakışmadı...
Artık Kartal'ın bir hedef için yola çıkmış, futbol dünyasının önemli isimlerinin desteklediği ve yönetiminde de ciddi isimlerin yer aldığı bir ekibi var... Kartallıya yakışan, bu takımı desteklemeyi görev edinmek olmalı...
Alt liglerde bir söylem vardır... Seyirciyi tribüne çekmenin tek yolu ya şampiyonluğa oynamaktan ya da kümede kalmaya mücadele etmekten geçer diye... Buna gerek kalmadan sezon başından itibaren Kartallı, ilçesinin merkezindeki statında takımını desteklemeye soyunmalı...
Takıma destek verenleri saygıyla karşılıyorum... Ama bir kimlik de kazanmak da şık olur.... Bir marş bestelenebilir... Bir slogan yaratılabilir... Bir sosyal hareket ayarlanılabilir... 90 dakika davul gürültüsü ve bildik tezahüratlarla klasik bir görüntüden çıkmak o takıma kimlik kazandırır, hedef sağlar...Bu da bu Kartal'a yakışır...
İlk maç futbolseverler için o sıcakta fazlasıyla keyif vericiydi... Siz de karşılıksız futbolseverlerdenseniz Kartal'ı bir takibe alın derim...
Ve Kartallılardan da ailecek takımlarının yanındaki yerlerini bir an önce almalarını bekliyorum... İnanın kulübün şu anki ruhu bunu hakediyor...  

20 Ağustos 2012 Pazartesi

İyi Bayramlar


Hep böyle oluyor... Ne zaman bir fırsatını bulup kendimi yeşilin, tabiatın, köyün, köylünün içinde bulunca aklıma onlarca 'niye' ile başlayan soru geliyor... Bu bayramda da böyle oldu... Şu satırları yazdığım ağacın altı beni bu sorulara taşımaya başladı... Buraları da yakıp site falan mı yapmalı... bozuyor insanı...

Aklıma gelen soruları paylaşmak istedim...

  • Niye biz büyük şehirlerin garip düzeninden kurtulamıyoruz? Heryerde insanlar yaşıyor ama şehre giren çıkamıyor... Onca eziyetine karşın...
  • Niye İstanbul'da, İzmir'de, orada burada çekilen 1 fotoğraf son derece muazzam bir şekilde lanse edilirken o güzelliği sadece adı şehir olmayan yerlerde sürekli yaşayanlar bizler kadar hava atmıyor? Aslında kıskanması gereken biz değil miyiz... Karadeniz, Ege, Akdeniz.. Oralara gidip 2 fotoğraf koyduk mu havamızdan geçilmiyor. Oysa düşünsenize bizim 1 yıl çalışıp, biriktirip oraya gitme düşlerimize karşın oraları 12 ay yaşayanlar var. Ya onlar bize hava atmaya çalışsa?
  • Niye para insan hayatında öneminin yanı sıra bir de bu kadar bağlayıcı oluyor? Örneğin İstanbul'da kazanıyorsunuz ama bir yere gitmeyi düşlediğinizde 'Orada ne iş yapabiliriz ki' diye düşünmekten kafayı yiyorsunuz..
  • Niye büyükşehirlerdeki eğitim çok daha iyiymiş gibi karşımıza çıkıyor? Politikacılar, işadamları yoğunlukta hep Anadolu'dan yetişme ama biz çocuklarımızı, işimizi gücümüzü ayarlasak da yetiştirmek için şehirlerden koparamıyoruz...
  • Niye büyükşehirde yaşayan insanlar daha geveze oluyor? Bir yere gittiklerinde, hele yurt dışına falan gittiklerinde insanların sosyal ortamda inanılmaz çenesi düşüyor. Şunu yedik, buraya gittik, bunu yaptık falan filan... Gittiğin yerin herhangi bir tarihsel özelliğini öğrendin mi? Yok! Ne yaptın? Yedim... Bir de bol bol içtim... Aferin :):) Fotoğraf da çektim... Fotoğraflarda kişilerin kendisi... Japonlar da sürekli fotoğraf çekiyor amma gidip gördükleri, öğrendikleri yerleri çekiyorlar... Bu arada o gidilen yerlerdeki insanların gıkı çıkmaz... Bana göre bunun tek nedeni onların gidip çenesi düşenlere oranla hayatı daha yoğun ve keyifli yaşamaları...
  • Niye kuşaklar kendilerini bu ortamlardan kurtaramıyorlar? Örneğin babam da annem de İstanbullu ama geçmişleri başka yer kökenli... Örneğin şu an büyüklerimin kökeninin olduğu yerlerdeyim ve onlara bizi büyükşehirlere ittikleri için kızgınım. Onlar buralarda daha keyifli yaşıyorlar. Bunu diyorum ama yol bulup çocuğumu, ailemi buralara çekemiyorum. İşti, eğitimidi derken yollar hep kapalı gibi gözüküyor...
  • Niye büyükşehirde yaşayanlar kendilerini o şehrin efendisi sanırlar? Oysa örneğin İstanbul'u İstanbul gibi yaşamak için ciddi bir ekonomik güç gerekmez mi... Yemeği yiyeceksen boğazda yiyeceksin... Alışverişi yapacaksan Etiler'de, Bağdat caddesinde yapacaksın... Bir yere gideceksen yollarda sürünmemek, arabanda çıldırmamak için keyifle taksi kullanacaksın... Bunlara İstanbul nüfusunun yüzde kaçının ekonomik gücü yeter? Çiçek Pasajı'na git.. Reklam tabelaları tarihi örtmüş. Etraf kıro dolmuş. Saygısızlık, gürültü, müzik adı altında sesler almış gitmiş. Neymiş, İstanbul keyfi... Bu örneği İstanbul'un geneline yayarım... Bu mudur İstanbul'u yaşamak?
  • Niye İstanbul'u yaşatmaya çalışanların gözü sürekli cüzdandadır ve biz bundan niye zevk alırız? Arabanı park edersin, para... Sinemaya AVM'de gidersin, bilet olur 2 katı fiyat. Örneğin tarihi Reks sinemasında biletler 10-15 lirayken Capitol, Nautilius gibi yerlerde 20 lira. Daha pahalı yerler de mevcut. Maliyeti 50 kuruşu geçmeyecek mısır 5 lira... Bu arada otopark – sinema arası mağazalar falan derken yorgunluk da kendini gösteriverir. Neymiş, 2 kişi sinemaya gitmişiz. 2 saatlik film git – gel 3 saati aşkın süremizi ve 70-75 lira minimum paramızı almış. İşte büyükşehir anlayışı...

Ben bu hayatı anlayamamaya başladım. Boşluktan mı nedir, geçmişte, yoğun çalıştığım dönemlerde fena halde kandırıldığımızı görmeye başladım... Ve işin kötüsü pek de bir şey yapamıyorum kurtulmak için... Sizler de sanırım yapamıyorsunuz...

Bir şekilde kaçanları kutlarım bu monoton metropol hayatından... Metropolü düşleyenlere 'sakın' derim...

Ve de herkese iyi bayramlar dilerim...