11 Haziran 2012 Pazartesi

Spor Kendini Gösterince...



Hep tartıştığım ve açıkcası cevabını bulamadığım bir sorudur, 'Taraftar mıyız, futbolsever miyiz, yoksa ikisi miyiz'...

Kış boyunca 3 Temmuz sürecinin yansımaları içerisinde bir tartışmadır yaşadık durduk... Kimse hata falan kabul etmezken sürekli birbirlerini suçlayan insanlar gördük. Maç oynanırken 'Biz şöyleyiz, siz böylesiniz' diyen o kadar insan gördüm ki... Nadiren gördüğüm özeleştiri yapan insanlar bir nebze de olsa teselli verirken ortalığı sakinleştirme noktasındaki kişi veya kurumların 'haklılık' savaşı düşmanlık tohumlarını ekti durdu... Sözde 'savunma mekanizmaları' ise ortalığa tuz biber ekti sürekli....

'Şu lig bitse de rahatlasak' diyenler giderek arttı...

Bu noktada yanlış bir saptamam oldu... Bir süre spordan uzak kalacak ve belki de kendimize gelecektik. Öyle olmadı. Hasret kaldığımız sporun gerçek yüzü bir anda kendini gösterdi... Roland Garros, Euro 2012 derken taraf olmadan spor izlemenin keyfi çıktı karşımıza. Taraftarlık kimliklerinden objektifliklerini kazıyanlar sessiz kesimde yer alınca etrafımızda sportif konuların daha çok konuşulduğunu gözlemlemeye başladım. Euro 2012 çok renkli bir başlangıça sahne olmasa da görmek istediğiniz gözle bakınca keyif alınabileceğine inanıyorum. Roland Garros sona erdi ama tadı bence damakta kaldı. Tenis turnuvaları sporda bireysel mücadele izlemeyi tercih edenlerin başlıca önceliği oluyor sanırım...

Her ne kadar bu sezon spordan, futboldan soğur gibi olduysak da yaz organizasyonları sporun kalite niteliğini bize tekrar kazandırabilir. Beklentim önce sportmen, sonra taraftar olunması. Aksi veya yalnızca, körü körüne taraftarlık işin keyfini kaçırıyor...

Bu kez biraz daldan dala olacak...

Kuyt çok konuşuluyor, soran çok oluyor. Nasıl bir tansfer deniliyor... Kuyt gibi bir isme kötü transfer demek çok absurd olur. Son yıllarında oynamıyor olsa, düşüşte olsa neyse de... Hem oynuyor, hem formda... Hollandalı yıldız oyuncu karakterini de dikkate alırsak Fenerbahçe'ye sportif açıdan çok katkı sağlayacaktır. Tek soru işareti ekonomik olabilir. 3 yıllık maliyeti 12 milyon euronun üzerinde olacak ve bu sürenin sonunda muhtemelen satılmayacak ya da benzer bir parayı Fenerbahçe'ye kazandırmadan gidecek. Demek ki maddi açıdan bir sıkıntı yok ki bu transfere yönetim onay verdi. Stoch geldiğinde transfer mentalitesi açısından çok memnun olmuştum. 'Hem oynar, hem de Fenerbahçe'ye kazandırır' diye düşünmüştüm. Nitekim şu dönem kendisine ciddi teklifler var. Bu yatırım açısından süper bir planlama, hele de bir Türk takımı için. 'Fenerbahçe takım kurarken böyle parasal hesaplara girmez' sığlığındaki düşünceye gülüyorum. Çünkü artık ekonomi sporda başarının en önemli ayaklarından biri... Ama kulüplerin de Kuyt gibi isimler için ayrıcalığı olmalı, ekonomik krizde olunmadıkça...

İnsan tanıdığı kişileri bir yerlerde görünce mutlu oluyor. Futbol dünyasında çok sevdiğim isimleri zaman zaman görev içerisinde gördüm. Güvendiğim her sevdiğimin de başarılı olduğunu izledim, mutlu oldum. Kartalspor'da Hamza Tozkoporan başkanlığa geliyor. Kendisine başarılar diliyorum. Kartalspor'a yeni sezonda daha dikkatli bakmanızı öneririm. Şartlar uygun olursa güzel şeyler olabilir orada...

Yılın bu mevsimi insanı canlandırıyor. Bu canlanma zihinsel anlamda da yaşanıyor. 2 hafta sonudur İstanbul'a yakın bir yerlere kaçtım cuma akşamlarından. Pazar geceleri döndüm. İstanbul dışına çıkar çıkmaz büyük şehir atmosferinden hemen kurtulanlardanım. Kendimle daha çok başbaşa kalma şansı yakalıyorum böyle günlerde. Düşünüyorum, tartıyorum, değerlendiriyorum... Yapıcı bir eleştiri yapma şansı yakalıyorum. Ailemle olmama karşın İstanbul faktörü boşa çıktığından kendi kendimle kalma fırsatını daha çok yakalıyorum. Size de tavsiye ederim, kendinizle zaman zaman başbaşa kalmanızı. İyi oluyor. Etrafınızdaki herşeyi daha iyi değerlendirme şansını elde ediyorsunuz. Ne iyi, ne kötü, kim dost, kim değil, kim gerçek, kim sanal... Aslında hayatımızda bu tip cevabını bulmamız gereken o kadar çok soru var ki...

En kötüsü de İstanbul'a dönmek... Bazı tipler var... Bir yere gidip bir fotoğraf çektirince 'İşte İstanbul, cart curt, falan filan' deyip sanal ortamda bunu paylaşıyorlar. Altına İstanbul'a övgü dolu methiyeler... Aynı kişi başka bir yere çıkıyor, yurt içi veya dışı farketmiyor. Bu kez oralara övgü, İstanbul'a sallama... Çok komik bunlar yahu... Kısacası resim altlarına tek tip bir şey yazsalar ya: 'Ben şurdayım. Çatlayın patlayın. Siz öküzsünüz, hayatı ben yaşıyorum. Şunu yiyorum, bunu çıkarıyorum. Siz de kıskanın!'

Bu gidişle sanal ortamın da çıkarmaya başladığımız cılkının sonunu getiririz herhalde...

Herkesi çok kıskanıyorum, bir şey yaşayamayan insan olarak... Dostlarım sağolsun... :)

Sağlıcakla kalın... Bana yazın... Nerdesiniz, ne yiyorsunuz, çok merak ediyorum...