Adaları severim. Mümkün olduğunca da giderim ama ters zamanlarda. Yani kalabalığın olmadığı dönemlerde tercih ederim. Bir de elbette balık zamanı olmalı diyeceğim ama adanın balığı eksik olmaz. Mutlaka bir şeyler bulunur. Sonbaharlarda, kışlarda farklıdır adanın keyfi.
Kızımın yaşı yoktu ilk adaya götürdüğümüzde. Sonbaharın güneşli ama soğuk günüydü. Dönüşte gözüme daha sağlıklı gelmişti sanki...
Heybeli ve Burgaz tercihim olur. Tercih etmediğim ise kalabalığı nedeniyle Büyükada. Ama hangisi olursa olsun Ada'da sakin, keyifli bir gün kişiye hep tatil havası yaşatır...
Oldukça uzun zaman önceydi. 2000'lere girmiştik veya girmek üzereydik... Arkadaş grubu olarak Ada kararı vermiştik. Çoğunluk Büyükada demişti. Sonbahardı yine. Çok sakindi etraf.
Vardığımızda arkadaşlardan biri 'Lefter'e bak. Babam görse keyiften bir büyük içerdi' dedi. Belli ki etrafıyla şakalaşıyordu. Adanın gençleri muhabbetteymişcesine bir görüntü vardı ama en çok bağıran, en çok keyifli gözüken oydu.
Adayı turladık. Sonra ana hedefimiz rakı – balık ortamına geçtik. Doğal olarak keyifler arttı, çeneler düştü. Dönüş vakti olarak bir saat seçmiştik. Koştuk ama ıskaladık. Bir sonraki vapura kalmıştık. Etrafta öylesine boş boş takılıyorduk ki yeniden Lefter'i gördüm. Bu kez yanında yalnızca bir kişi vardı. Sanırım tahta bir taburenin üzerinde oturmuşlardı.
Mesleğinde iyi kişilere usta derim nedense. Yanına 'Nasılsınız usta' diyerek sokuldum. 'İyi be' dedi, tebessümle. 'Belli ki çok keyiflisiniz Ada'da. Haksız da değilsiniz' dedim. 'Başka yerleri hatırlamıyorum ki, bilemiyorum. Burası iyi' yanıtını verdikten sonra hangi takımı tuttuğumu sordu.
Hayatımın büyük derslerinden biri geliyordu...
Marifet gibi 'Sizin yanınıza geldiğime göre elbette Fenerliyim' dedim. Hoşuna gideceğini de düşünmüştüm bunun. Güldü.
'Benim yanıma G.Saraylılar da gelir. Beşiktaşlılar da. Tüm futbolseverler gelir. Başka takımlara düşman olma' dedi.
Utanmıştım. O hala konuşuyordu. Hatırladığım en önemli sözler 'Onlar olmasa biz de olmazdık. Herkes birbirini sevmeli' şeklindeydi.
Hemfikir olduğumu ve umarım yanlış anlamadığını sorduğumda 'Yok be! Topu sevmesen yanıma gelmezdin zaten. Topu da sev, rakiplerini de. Objektif ol, herkesi sev' diyerek gönlümü de aldı.
Oradan buradan 15-20 dakika sohbet ettiğimizi hatırlıyorum.
Kaçırdığımız vapur tedbir amaçlı sondan bir öncekiydi. Dolayısıyla geleni kaçıramazdık. Teşekkür ettim. Giderayak unutamayacağım lafı etti: 'Yine gelirsen bul beni'
Çok gittim Ada'ya ama onu bulamadım hiç...
Bulma şansım da kalmadı...
Lefter de gitti... Birol Pekel, Basri Dirimlili gibi efsaneler de artık yok.. Lefter de yok...
Verdikleri dersleri ne kadar ciddiye alıyoruz bilemem ama bitmeye yüz tutmul futbolumuzun bu isimlere ihtiyacı hala var. Onların centilmenliğine, futbol sevgisine, yaklaşımlarına...
En önemlisi onların yalın futbol aşklarına ihtiyacımız var.
Onların döneminde mümkün müydü acaba futbolu bir amaç uğruna kullanmak? Düşmanca duygular beslemek? Ve hatta... takım sevgisini ülke sevgisiyle karıştırmak, karşılaştırmak... Lefter buna ne derdi acaba?
Bugün tuttukları kulübe saplantıyla bağlananlar 'Dünya yansın' tavrına girebiliyorlar. Bunun ne denli tehlikeli olduğunu hesaplamadan, düşünmeden...
Bunları bir tek Lefter'ler uyardığında ciddiye alır gözükenler oluyor. Ama diğer zamanlarda...
Sonuçta Lefter'i de çok özleriz... Diğer yitirdiklerimizi de...
Onlar başka insanlardı...
Belki yaşamlarını yitirirken bizden kurtulmuş oldular.. Daha da fazla kirlenmeden futbol sevgileriyle gittiler...
Huzur içinde yat Lefter Usta...
* * * * *
Ölüm üzüntüsünün elbette küçüğü büyüğü olmaz... Acısı kuşkusuz düştüğü yeri yakar...
Saint Joseph benim lisemdi. Küçük bir okuldu o zamanlar. Nüfusu azdır... Kendi halinde bir eğitim yuvasıdır. Öğrencileri, öğretmenleri birbirine çok bağlıdır. Dolayısıyla sevinci de üzüntüsü de o küçük dünyada en derin şekilde yaşanır...
Lise 1'deydim. Sıra arkadaşım Burak Bora'yı bir kaza sonrası yitirdiğimizde okul olarak çökmüştük. Şimdi adına bir okul var. Ama yalnızca teselli bu ailesi için, annesi Ülkü teyze için... Ancak onun için de yapacak bir şey yok...
Tıpkı Aslı Nemutlu kardeşimiz gibi...
Bir kaza ve yitirilen bir yaşam... Acı... Hem de çok...
Ama iş burada bitmiyor. Dilerim birileri bir şekilde Aslı'nın adını yaşatır. Ailesi, kardeşleri imkanlar doğrultusunda dilerim onun adın yaşatırlar...
Yaşatmalılar ki bizler bugün sürdüğümüz yaşamın kıymetini daha iyi anlarken insan olarak nankör olmadığımızı da hissedelim...
Huzur içinde yat Aslı kardeşim...
* * * * *
Yavru Vatan deyince akla gelen isimlerin başında kuşkusuz Rauf Denktaş geliyordu...
Bilmem Kıbrıs'a hiç gittiniz mi? Kıbrıs halkının bana göre 2 özelliği vardır. İlki yoğun şekilde tembel oluşları. İkincisi de mutevazililikleri.
Rauf Denktaş tembel gözükmüyordu. Bir ülkede bu kadar işi tembel biri yapamazdı. Ama mütevaziliği gerçektengöze çarpıyordu.
Politikadan çok anlamam. Sevmem de konuşmayı. Ama sanırım O bugün bir çok politikacıya örnek olacak karakter yapısına sahipti.
Huzur içinde yat Denktaş Başkan
* * * * *
2011 giderken çok söylendim. Sevmemiştim 2011'i ama 2012 de pek hoş başlamadı...
Dilerim hepimizi artık daha keyifli günler bekliyordur...