2 Temmuz 2018 Pazartesi

Bir sektörün dibe vuruşu...

Emekli gazeteciyim. Tüm iş hayatım spor medyasının içinde geçti. 
Çok güzel günlerim, dönemlerim oldu...
Birilerinin ideolojik saplantıları sonrası kahredici bir final yaşadım...
Sonrasında anladım ki spor medyası denen dünya, ismi büyük ama mesleki dayanışma açısından gücü sınırlı kişilerden oluşuyor...
Zaman içinde meslekle beraber gazetelerden doğal bir uzaklaşma yaşadım. Ama yılların alışkanlığı, meslek dünyamı hep takip ettim...
Habertürk gazetesinin kapanıp dijitale döneceği, Doğuş grubunun da ciddi bir küçülmeye gideceği konuşuluyor...
Yakın zaman önce NTV spor gibi ciddi bir kanal veda etmişti... 
Son 7-8 yıl içinde gazete tirajlarının eriyişi malum... Mesela Hürriyet... El değiştirmenin ardından 300 binin altına düşerken haftalık ortalama 2-3 bin gibi geriye gidiyor... Halkın sesi bir gazete olarak satıldığı dönemlerde Sabah Milliyet Hürriyet 400 bin tiraja yakın, kafa kafayaydılar... Şimdi söz edilen rezil tirajlar bile sahte, çünkü çoğunluğu elden dağıtılıyor...
‘Artık internet var, kimse gazete almıyor’ geyiğine girmeyin... Gazete haber demektir... Gazetelerdeki habercilere bakın... Deneyimli muhabir bile yok çoğu kurumda... Olanlar da kendilerini suyun akışına bırakmış durumdalar...
Eğer gazeteler internette habercilikle iş yapıyor olsalar, muhabir ağlarını güçlendirme yarışında olurlardı.
Aksine çıkarılan çıkarılana... İşsiz emekçi ordusu giderek artıyor...
Yine benim spor medyamdan örnek vereyim... Beşiktaş’ın yurtdışı kampına yalnızca 4-5 muhabirin yollanacağı geldi kulağıma... 
Koskoca devletin sesi gazeteler yenilenen Fenerbahçe’nin yurtdışı kampına adam göndermeyecekmiş...
Aynı gazete ben çalışırken, gazetecilik hedefindeki sahipleri ve spor müdürleri sadece Fenerbahçe kampına bir gazeteden 3-4 kişi gönderirlerdi. Yan kuruluşlar, TV derken 6-7 kişi bir kurumdan olurduk...
Sonra gazete satmazmış çünkü internet varmış artık...
Hadi ordan...p
Haber gelmedikten sonra internette ne okunacak ki!
Gazeteler tekel haline dönüp yandaşlığı seçince ortam böyle oldu...
Gerçek patronlar gerçek gazetecilik yapmak istiyorlarsa bilmeliler ki gazeteciliğin temeli aslında önce muhalefettir...Tepedekilerin yalakalığını yapmak gazete sattırmaz... 
Satmak isteyen aynı zamanda saklanan gerçekleri bulup yazmalıdır... Bilinmeyeni, duyulmayanı keşfetmelidir. Gazete o zaman gazete olur... Bu da muhabirlerle gerçekleşir... 
Şu dönemin müdürleri... Mesela spor müdürleri... Gelecekte kimseye anlatacak bir şeyleri olamaz artık. Herkes dibe vurdu. Habere, kampa muhabir gönderemeyen müdür, müdürlükten çok uzaktır... Yapması gereken ‘Ben bu ortamda çalışamam’ deyip ayrılmaktır...  
Ülke bu düzeni seçtikten içimden ‘Hepsi kapansın gitsin... Rasim Ozan çıksın, her gün tüm kanallara ortak haber bülteni sunsun, yeter’ demek geliyor ama...
Çok da üzülüyorum...
Tek tesellim, bir ülkede asla basının bu şekilde yaşamını sürdürmeyeceği ve bir gün her şeyin yeniden eski haline döneceğini biliyor olmam...
Bunu, bu Türkiye’de ben görür müyüm?
İşte onu bilemiyorum...
İşsiz kalan ve yakında işsiz kalacak tüm arkadaşlarıma geçmiş olsun...

Yanlış dönemde bu işe gönül vermenin kaderini yaşıyoruz maalesef...

3 Haziran 2018 Pazar

Hep böyle kal Ali Başkan...



Gazeteciliğe başladım… 4-5 yıl beklediğim, arzuladığım meslek dünyasına doğru ilerliyordum ki… Aziz Yıldırım başkan oldu…
Emekli olana kadar da onla geçti… Her geçen yıl inanılmaz keyifsiz, stresli gidiyordu… Eski başkan görevdeyken emekli oldum…
Yakın çevrem çok iyi bilir ki Aziz Yıldırım’a en uzun karşı insanlardanım.. Marifet olarak söylemiyorum.. Hiç inanmadım ve inanmadıklarım yüzünden bu kadar ağır bir hezimetle 20 yıllık bir serüvene nokta koyduğunu düşünüyorum…
Neyse…
Artık gündemimiz Ali Koç… Ali başkan..
Açıkcası çok istiyordum ama inanmakta zorlanıyordum. ‘Keşke derken hep aklımda soru işaretleri vardı… Ama birisi bu fark için iddiaya girse… Girmezdim… ‘Haksız kazanç’ olur diye düşünürdüm J
İnanılmaz bir performans sergiledi Ali Koç kongrede… Yöneticiliği dönemini de yeterince yaşamıştım. Benim fazla ilişkim yoktu ama meslek arkadaşlarımdan gördüğümün üzerine çıktı kongre süresince…
Bir Fenerbahçeli için artık her şey çok güzel… Umut dolu…
Ali Koç’a şu yaşattıkları, yeniden yaşam verdiği ruh için yürekten teşekkürler…
Kongre sonrası Kalamış civarındaydım geç saatlere kadar… Bir şampiyonluk havasında kutlandıyasa bu Ali Koç ruhuydu…
Ama daha hiçbir şey bitmedi… Aksine her şey yeni başlıyor…
Ali Başkan… Başlıca dileğim bu insanlığını, insancıl yaklaşmını hep koruman. Fenerbahçeli bunu çok özledi… Kadıköy’de Şükrü Saraçoğlu’nda özgür olmayı özledi. Bu artık senin elinde…
Son 20 yılın yalaka, karanlık karakterlerini komple uzaklaştır… Artık başkan Ali Koç’a herkes yanaşmak isteyecektir. Herkesi çok iyi tart ve ne olur, ama ne olur Fenerbahçelileri irrite eden, Fenerbahçe sevgisine inanmadığın her ama herkesi uzaklaştır. Ama Fenerbahçeliliğine inandığın herkese sahip çık, camianın sahip çıkmasını sağla…
Gerekirse Samandıra’nın çimlerini bile değiştir ama iktidara oynayan herkesi ne olur bu külüpten uzak tut…
Ve Fenerbahçeliler…
Başa öyle bir isim geldi ki… Çok şey beklerken mantık çercevesinden çıkmayın…
Bir bilet, kombine umudu ortaya çıktı… Tamam da bu statın kapasitesi belli… Herkesin memnun olması mümkün değil…
Anlayışı herşeyin önünde tutun… Biletten sportif başarılara, transfere kadar…
Çünkü gerçekten Ali Başkan da bence nasıl bir yükün altına girdiğini bilmiyor…
Bir başka konu.. O kombineler var ya… İlk satışa çıktığı gün komple bitmeli… Ama unutmayın ki o statın da bir kapasitesi var… Hayalci de olmayın….
 O Feneriumlar var ya… Her dönem yok satmalı… Çünkü büyük zafer kazandırılan Ali Başkan’a ‘Biz yalnız oyumuzla değil, her şeyimizle yanındayız’ denebilmeli…
Sonrasını da Ali Koç’a bırakmak lazım…
Ve … Ali Koç başkan oldunca dönenlere çok dikkat edin… Unutmayın ki o dönenler bir gün yeniden herkesi kenara atabilirler… Duruşu olanlara prim verin…
***
2 gün kongreyi yaşadım… Sonunda da Kadıköy’ü…
Çok güzeldi bir ruhun yeniden doğuşunu izlemek…
Bundan sonrası benim için de farklı olacak…
Sevgili ezeli dostlar… Fenerbahçe üstünden bana yürümeyim…
Sarı Lacivert ruhlu günlerim yeniden kabardı, başladı…
Hepinize kolay gelsin…
Mahçup olmamak dileğiyle…
Hoş geldin Ali Başkan… Yolun açık olsun… Ve hep böyle sımsıcak kal…
Kal ki seni yalnız biz değil, tüm ülke sevsin…
Fenerbahçe başkanına kendisine saygı gösteren bir kitle yakışır, kimden olursa olsun…

4 Mart 2018 Pazar

Keşke Sevilla maçını izletselerdi...



Çok da hafızası kuvvetli bir insan değilim. Ama 20 yılı aşkın gazetecilik yapan, 40 yıllık bir Fenerbahçeli olan ve bunun çoğunluğunda Fenerbahçe muhabirliği yapan biri olarak… Sorsanız en unutamadığn gün nedir diye…
10 yıl önce bugünü derim… 10 yıl önce bugün, 4 Mart 2008’de Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi’nde Sevilla’yı eleyerek çeyrek finale kalmıştı…
Basın tribünün en sağında oturuyordum. Ne bir bir bariyer, ne bir demir… Sadece merdiven boşluğunun hemen yanında İspanyol taraftarlar oturuyordu. Ve penaltılara kadar uzayan gecede sürekli bira içerek kafayı buldular. Penaltılara olay uzadığında 2 metre yanımda tüm İspanyollar sarhoştu.
İş penaltılara kalınca gazeteye mesaj geçtim. ‘Siz sonuca göre yazıyı bağlayın’ dedim. Bilgisayarımı toplayıp kendimi garantiye aldım. Çünkü tüm İspanyollar sarhoştu ve penaltıları kazanmamız durumunda önlem almalıydım…
Penaltılar sonrası çeyrek finaldeydik… Gözüm İspanyollardaydı. Hemen tedbirimi aldım. En yakındaki bana geldi. 2 saati aşkındır komşuyduk. Ben fiziksel bir hamle beklerken elini uzattı, ‘Fuck Chelsea’ diyerek beni kutladı!
Medeniyet bu dedim içimden…
Rahatlamıştım… Bir gazeteci olarak, bir Türk olarak, bir Fenerbahçeli olarak gururun en büyüğünü yaşıyordum. Gözümden mutluluk gözyaşları aktı… Döküldü demiyorum, aktı… İsmini unuttuğum (Kusuruna bakmasın olur da okursa) bir meslektaşımla göz göze geldik. O da benim gibi mutluluktan hüngür hüngür ağlıyorduk… Tarifi imkansız bir mutluluktu…
Aynı şekilde.. Gazetecilik yaşamının en acı günü deseniz… Chelsea maçı dönüşü derim… Düşünsenize, Chelsea’yi 1 golle elimizden kaçırmanın üzüntüsüyle İngiltere dönüşü ağzımızı bıçak açmamıştı…
Bir daha da böyle gurur tablosu yaşamadı Fenerbahçe… Benfica maçı falan demeyin… Şampiyonlar Ligi’nden söz ediyorum…
Nasıl gelmiştik o güne?
Çok basit…
Daum 3 yıl emek vermişti o kadroya. Ardından gelen Zico baktı ki yapılan işler doğru… İskeleti bozmadan takviyeler yaptı…  20 yıllık istikrar abidesi Aziz Yıldırım döneminin belki de en doğru işlerinin yapıldığı dönemdi… (Çünkü bu isimler Yıldırım’ı bir yere kadar frenleyebilen isimlerdi!)
Artık Fenerbahçe Avrupa’nın dikkat çeken ekibiydi…
Sonra….
Sonrasında Aziz Yıldırım ve yönetiminin eli, iyi gidişten ötürü takımın üzerinden eksik olmadı. Ve her şey geriye gitti… ‘Tam kafama göre hoca’ dediği rahmetli Aragones ve sonrasında sürekli ‘Günü Kurtarma’ dönemleri yaşadık durduk…
Her gelen hoca bir önceki hocanın takımını alt üst etti. Sürekli transferler, alt üst edilen yapılanmalar derken… Aziz Yıldırım gibi futbolda vizyonu zayıf bir başkanın yönetiminde takım hiç ileri gitmeden vasat bir Fenerbahçe olarak kaldı…
3 Temmuz gibi iğrenç bir süreçde olabilecek en kötü şekilde yönetildi… Ve her şey Koca Çınar’ın aleyhine işledi…
10 yıl geçmiş aradan… Meslek hayatımın en anlamlı günüydü.
10. anma yılında Fenerbahçe bir kez daha şampiyonluğa veda etmiş gözüküyor…
Geçenlerde bir arkadaşım sordu… ‘Alex, Van Hooijdonk, Anelka, Luciano, Lugano, Deivid gibi isimleri görmüşüz. Bu yıl bu garip takımla şampiyon olsak. Sezon sonu şampiyonluk kutlaması yapsak… Bizi çoşturacak kimin anonsu yapılacak?’
Biraz Valbueana (Oynatıldığı kadar), biraz da Guillano… Gerisi?
Yok…
Keşke… Sevilla maçı gibi tarihi bir karşılaşmanın 10. yıl dönümünde…. Zorlu Akhisar maçı öncesi… Sabah kampta futbolculara o İspanya gecesinin karşılaşması izletilseydi… Ve ‘Bakın bu formayı giyenler zamanında neler yaşadı’ denseydi…
Belki bu gece bu hüzün yaşanmazdı!

26 Şubat 2018 Pazartesi

Yaş 50...


Bir ömürde 50 yılı artık geride bırakan biriyim…
Şaka gibi… İnanılır gibi değil…
Soranlara 50 yaş diyeceğim yıla girdim…
Çok ukalalık etmek istemem. Ama bu dünyada 50 yılı geride bırakmış biri olarak sanırım benim de bir şeyler söyleme hakkım var…
Yazmayı seven, zaman zaman yazarak rahatlayan biri olarak, geride de bir şeyler bırakmak üzere bunları karalamak istedim… Karalamak da değil artık.. Tuş eskitmek…
***
50 yıl bitti geride…
Şöyle bir muhasebe yapmak gerekirse…
Doğrusuyla yanlışıyla geride kalan 5 tane onluk var…

Dilimlere böldüğümde hep farklı duygular kalmış aklımda…
Güzel okul yılları. Özellikle üniversite yıllarım. Her defasında yaşamayı daha özlediğim Eskişehir yılları. Ama bu diğerlerinin sıkıcı olduğu anlamına gelmez. Bir daha dünyaya gelsem aynı okullarda o yılları geçirmek isterdim…
Sevdiğim mesleğe yöneliş. Geçirdiğim ilk zor yıllar sonrası tamamen seçilmiş olmamla adım atlamam ve gazetecilik adına geçirdiğim çok güzel 10-15 yıl…
Sonrası kabus… İşsiz kalışım… Hakkımı asla helal etmeyeceğim bir insan yüzünden çok sevdiğim mesleğimden koparılışım… Ve ekmek paramdan, ailemin rızkından mahrum ediliş…
Bir daha gazeteci olur muydum?
O geçen güzel yıllara karşın asla… Ülkenin geldiği bu noktadan sonra asla…
***
Dostlarım…
50 yıla sığdırdığım dostlarım… Geçen gün bir yerde rastladığım bir yazı doğrultusunda… 
Dost diye bildiklerim… Ve dost diyebildiklerim…
Herkesin aslında ne olduğunu son 6-7 yılda çok daha iyi anladım…
Şunu da öğrendim… Bir insanın çektiğini, mutluluğunu, hüznünü anlayabilmek için mesai harcamak, bir süre kendimi onun yerine koymam şart… Akıl verenlere saygım var ama gelin benim veya başkalarının yaşadıklarını hissetmeye çalışın…
Karşınızdakinin ne hissettiğini daha iyi anlarsınız…
Onca yıldan sonra şu emeklilik günlerimde kalan dostlarımla yürüyorum. Hayallerimi, umutlarımı, sıkıntılarımı onlarla paylaşıyorum. Dünyam küçüldü belki ama daha samimi, içten ve gerçek oldu…
Sıkıntılı günlerimde bir şeyler yapmak isteyenler, ister gibi gözükenler, gerçekten buna uğraşanlar, uğraşır gibi gözükenler gördüm… Herkesi kendi dünyamda bir yerlere koydum…
Ve katılaştım bu konuda… Bugüne kadar hiç kimseye karşı sert olmamışımdır. Ama olur ya… (Ki asla olmaz) Bir gün piyango falan çıkarsa, maddi manevi çok güçlü olursam… Kimse kusura bakmasın.. Herkese karşı eşit olmayacağım…
***
Ne mutlu ki 50 yılda ailem yanımdan hiç eksilmedi... Bu dünyadan göç edenler olsun, hala yanımda olanlar olsun… Bana aile kavramını o kadar iyi gösterdiler, yaşattılar ki… Bu konuda çok şanslıyım…  Küçük, çekirdek bir aileyiz ama baştan beri hep mutluyuz…
Babamı kaybedeli 20 yıla gidiyorum… Hep aklımda… Yaşasaydı hayatım çok farklı olurdu diye düşünüyorum…
Ve annem… Canım… Ülkemin modern, cumhuriyetçi kadını… Küçük dünyasında herkesin sevgisini, saygısını kazanan annem… Varlığı her zaman en büyük gücüm… Doymadım, doymuyorum ve doymayacağım ona… Allah’ım her şeyi onun gönlüne göre versin… Onu ne kadar mutlu ettim bilemem, kendisine sormak lazım ama… Şu dünyada ona torun sevdası yaşatabildiğim için içim çok rahat…
Ve de eşim… Geç buldum, tam buldum dediğim güzel ve iyi insan… Her şey güzelken hayat arkadaşımdı. Sonrasında bir de kendi dünyamda yaşadığım sıkıntılarımda en büyük gücüm oldu. Kendisine dediğim bir şeyi, 50 yaş şerefine buradan yazmak istedim… Severek evlendiğim, evlendikten sonra daha da aşık olduğum insan… Olmasaydı benim son 7 yılım asla böyle geçmezdi. Bugün biraz ayakta kaldıysam sayesindedir. Eminim ki daha erken denk gelseydik hayatım, hayatımız çok daha farklı olurdu… Dilerim onunla ilgili hayallerimi son düzlükte ona hak ettiği şekilde yaşatırım…
Kızım… Yaşam damlam… Baba olmanın çok farklı olduğunu biliyordum ama bu kadarını tahmin etmezdim… Onun için de ne yazsam boş… Günün 24 saati yetmiyor onlayken… Onsuz her gün ise sıkıntı…
Aile konusunda en büyük üzüntüm öz bir kardeşimin olmaması oldu. Büyük küçük, yurt içi yurt dışı, büyük küçük, abi-abla bildiğim insanlar oldu… Hepsi sağolsunlar… Ama öz bir kardeşim olmaması büyük yaradır bende… Ve maalesef aynı yarayı kızıma da yaşatıyorum.. Şimdilerde oyuncak paylaşmadığı için keyfi iyi ama bir gün gelecek, o da bana sitem edecek… Haklı… Affet bu konuda beni kızım…
***
Bir çırpıda 50 yılı böyle özetleyebildim…
Herkese çok teşekkürler… Yanımda olan, kalan… 50 yılı benle paylaşan herkese… Beni anlayan tüm yüreklere… Teşekkürler…
Şöyle bir düşününce tek tatsızlık yaşadım yaşamıma damga vuran. Bunu unutamadığım için beni eleştirenler var ama kendinizi benim yerime koyun derim. Şu hayatı abartısız en güzel şekilde yaşarken düzenimi bozan tek olaya sebep olan bir şeyi unutamam, kusura bakmayın… Ben ve ailem şu yıllarımda daha rahat bir gidişat hakediyorduk ama… Herkes ‘Haline şükret’ diyor… Bundan nefret ediyorum. Şükretmeyi bilmeyen bir insan değilim ben… Bunu söylemeye gerek yok… Ne mutlu ki sağlığımız iyi… Büyük acılar yaşamıyoruz çok şükür…  Tek dediğim, neden böyle bir şey yaşadığım…
Onun dışında hep güzel anılarım var. İsterdim ki özellikle teşekkür etmek istediğim isimleri tek tek yazayım ama bir kişi ıskalasam çok üzülürüm…
Bu nedenle…
Annem… Eşim… Kızım… Ailem… Ve dostlarım… Eskiler ve yeniler…
Hepinizden bana böyle bir hayat sunduğunuz için Allah razı olsun…
Bu 50 yılda kırdığım kimse var ise, yaşıma versin artık... Affetsin beni ;) 
En azından bir söylesin, özür dileyeyim, helallik isteyeyim...
50 yıllık yaşamımda güzel ülkemin hiç bu kadar sıkıntılı olduğunu hissetmemiştim.. Pek de iyiye gitmiyoruz gibi geliyor… Ama dilerim yanılırım… Ulu Önder’imizin kurduğu bu güzel ülkede çok güzel yarınlar bizi bekliyordur… Belki de başka bir yerde… Ama gönüller bir olduktan sonra sorun yok…
Ve ben de kalan 60-70 yılımda sizlerle çok daha güzel şeyler yaşarım…
Gelecekle ilgili beklentilerim de var elbette…
Kızımızın da  geleceğini hazırlayacağımız daha dingin bir yere gitmek… Ve sonrasında onun ayakları üzerinde durduğunu görmek…
Son nefesime kadar eşimin elini tutabilmek…
Her geçen gün daha rezil hale gelen İstanbul’da kalacaksak hayatımın geçtiği Moda’dan kopmamak…
Şu dünyadan sıralı ayrılıklar yaşamak…
Ayakta daha sağlam kalabileceğimiz bir düzen…
Daha özgür bir Türkiye’de nefes alabilmek…
Her daim rakı içebileceğim güç…
Fenerbahçe’nin her yıl şampiyon olurken Avrupa’da kupa kaldırdığını görmek… J
Bakalım ne kadarı olacak…
50 yıl sonra yazışırız yine…
Sizleri seviyorum…

14 Şubat 2018 Çarşamba

14 Şubat nedir..?


14 Şubat 2007…
Moda Kırıntı…
Mehtap’a evlenme teklif ettiğim gündü… Hayatımın en akıllı günlerinden biri…
11. yıla gidiyoruz… Hayat şartlarımız iyiydi… Ardından hayatın ahlaksız tipleri de çıktı karşımıza…
Bir de büyük hediye aldık, kızımız oldu… Şimdi yuvarlanıp gidiyoruz…
Tüm bu süreçte herkes gibi kızdık, gerildik… Ama elimizi bırakmadık. Bıraksaydık, özellikle ben sanırım farklı sıkıntılar yaşardım… Tüm bunları birbirimizi her gün severek aştık…
‘Ne kadar romantik, 14 Şubat’ıu seçmişsin’ diyenler… Yok o iş öyle değil!
Aranızda yılda bir gün sevgisini yaşayanlar 14 Şubat’ta ayaklanırken ben halime şükredeyim diye o günü seçtim J
14 Şubat’ı çok saçma bulanlardanım…
Doğum günü, evlilik günü falan da Sevgililer Günü nedir arkadaşlar…
‘Seni bugün seviyorum, diğer günler takılırım kafama göre’ demek gibi geliyor bana…
Siz siz olun her gün sevin… Bu dolambaçlı işlere yol vermeyin…
Ve Mehtap Derinsu…
Ben o akıllı kararı verdiğim günü kutluyorum.
İyi ki varsın…
14 Şubat Karar Günümüz kutlu …

9 Ocak 2018 Salı

Bulunsun...

2 yazı yazdıydım Facebook'a...
Burada da bulunsun istedim...

1

Futbolda ocak kamp dönemi başladı… İlgimi çeken bir konu oldu… Şöyle ki artık gazeteler kamplara muhabir kısıtlamasını en üst noktaya taşımışlar…
20 yılı aşkın muhabirlik yapmış biri olarak bir şeyler yazmak istedim…
Kamplar muhabirler için haber açısından çok önemlidir. Tüm çevreler kamplarda edinilir. Gazetelerin kamplara muhabir yollamaması da spor medyasında artık haberin öneminin kalmadığının altını çizmektir…
Sonra dert yananlar oluyor spor haberlerinden, acaip acaip yandaşlık kokan spor programlarından… Her tarafı siyaset akan gazetelerin, spor ekranlarının temel sıkıntısı bu işte!
Muhabir haber getiremezse gazeteler, TV spor programları biter… Cacıkların yapıldığı, saksoların havada uçuştuğu acaiplikler çıkar karşımıza… Kulüplerin sipariş bildirileri gazetelerde yer bulurken habercilik biter…
Bitti de…
‘Kendine pay çıkarıyor’ diyen ön görüşlü arkadaşlar varsa…
Evet, iyi muhabir olduğumu iddia edebilirim. Yanlış haberlerim olmuştur ama asla bilerek, kasıtlı yalan haber yapmadım. Her haberimi de zaman içerisinde isteyenle tartıştım…
Ben ve benden önceki kuşaklarda gerçekten gazetecilik yapılıyordu… Haberdi esas olan… Kimseden korkmadan, bir şeyler hesabı yapmadan…
Ama mesele ben veya bunlar değil…
Mesele biten spor medyası… Hatta biten habercilik…
Yandaş medya zaten her yeri kontrol altına aldı. Kalan 1-2 küçük kurum var. Onlar da kemer sıktıkça aslında gazeteciliğin bitmesine destek oluyorlar…
Kimsenin kimseye sahip çıkmadığı bir dönemdeyiz…
Artık benden, benim kuşağımdan geçti… Ama asla öyle bir kuşak olmayacak gibi gözüküyor…
Hele de spor medyası derseniz…
Yazık ki ne yazık…
Kalan 3-5 kişinin dışında özellikle sonradan çıkanlar, son kuşaklar aldılar ellerine bayrakları, amigolukla çığırtkanlıkla idare ediyorlar… Ekranlarda durum daha vahim… Siyasetçilerimizin isimleri spor programlarında kol geziyor… Hiç olmaması gerekirken…
Kimse de çıkıp deli cesaretiyle bir gazete kuramıyor, içeriği haber olan…
Böylece de habercilikle beraber gazeteler, TV’ler bitiyor…
Yakında pazar akşamları belgesel modası başlar…


2

Geçtiğimiz günlerde spor medyası başta bir şeyler karalama ihtiyacı duydum…
Sanki benim bir şeyler karalamamı beklermişcesine gelişmeler oldu…
Önce Şenol Güneş Beşiktaş muhabirlerinin neden kampta az olduğunu sorguladı…
Ardından, meraklıları bilir, bir Fenerbahçe muhabiri kardeşimizin Beşiktaş kampına gidişi olay oldu…
Ben de aklımda kalanları yazayım… Belki ilginizi çeker…
Bir meslek yapıyorsanız bazı noktalarda kişilere, işe, her şeye gereğinden daha fazla saygılı olmalısınız… Her günün bir yarını vardır… Bunu unutmamak gerek…
Fatih Terim… Seversiniz sevmezsiniz… Severim sevmem… Hiç önemli değil… 1995 olsa gerek… Ben çömez bir Cumhuriyet muhabiri… O Piontek’in yardımcısı, ümit takım hocası… Levent’teki evinde idman sonrası eşinin bana çay – kek ikram etmişliği var. Yıllar içinde hoşuma giden gitmeyen bir çok hareketi oldu. Bu onu ilgilendirmez. Onun yaptıkları da aslında beni. Haberimi yapar geçerim çalışsam. Bugün Galatasaray idmanına gitsem sanmıyorum ki beni görmezden gelsin…
Bir anı… Yakın zamanda kısa bir süre çıkan Yeni Yüzyıl gazetesinde çalışmıştım. Foto muhabiiri arkadaşım Eser Erenler’le Antalya kampındaydık. Beşiktaş ekibi daha gelmemişti. Beşiktaş idmanından foto istediler. Gittik. Eser foto çekerken Şenol Güneş’in yardımcısı Mehmet hoca yanıma geldi, ‘Vay Fenerbahçeli gelmiş’ diye takıldı. Herkesin içinde oturdu yanıma sohbet etti. Eskilerden Beşiktaş muhabiri arkadaşlar kahve ikram ettiler, sohbet ettik. Çıktık gittik.
Bugün hangi hoca hangi takımda olursa olsun, benim gibi eski gazeteci arkadaşlar, hala çalışıyor olsak gittiğimiz yerde tepki almayız, yadırganmayız. Çünkü bizler bir çizgiyi hep koruduk. Ama bizlerden günümüzde çok az kaldı…
Gelelim Beşiktaş muhabirlerinden bu arkadaşımıza tepki gösterenlere… Yahu, arkadaş adı olan bir gazeteden. Fenerbahçe muhabiri. Siz onu tanımıyor, aradan sızmış falan diyorsanız mesleğinize saygınız yok. Adam yıllardır o gazetenin Fenerbahçe muhabiri. Daha meslektaşınız tanımıyorsunuz… O kadar mı çalıştığınız yer gözünüzü boyadı, körleştiniz… Şirketi git demiş, gidecek elbette. Yanlışları olduysa onlar güzellikle konuşulur, hatalardan dönülür ama iş bittikten sonraki üslüplara dikkat edin. Geçmişin terbiyelerinden eser var mı?
Geçen yazı artık yeni kulüp muhabirlerinin yeni modasının amigoluk olduğunu yazmıştım… Hala arkasındayım… Zamanında müdürlerin sert uyarıları olmayınca elinde bayrak, genç kardeşlerimiz yöneticiliğe, teknik direktörülüğe soyunmuş gidiyorlar… Baktıkları kulübü her şeyin önüncde tutarken başka hocalara, camialara her lafı edebiliyorlar…
Müdür olsaydım… Bu arada hiç istemedim, çok korktum çünkü muhabirliği taparcasına seviyordum… Ama olsaydım… Böyle bir durumu hissettiğim anda Fenerbahçe – Beşiktaş – Galatasaray – Trabzon muhabirlerinin anında yerini değiştirirdim. Amigoluk değil, gazetecilik yaptıklarını anlasınlar diye. ‘Ben X kulübe nasıl gideyim’ diyene istifa edip politikaya atılmasını tavsiye ederdim… Zira şu an bir çoğunun yaptığı adeta politikacılık stajı!
Müdürler demişken… Şu an gelinen noktada onların hatası az buz değil… Tamam, siyasi eğilim sonrası spor medyası bile tekelleşti, yandaşlaştı… Tamam, patron çıkmıyor… Falan filan…
Ama neredeyse hepsi oturdukları koltuğa yapışmış durumda. Başarısız kulüp başkanlarını niye ayrılmıyorlar diye soranları var…Bu arada tüm gazetelerin satışı yerlerde… Ekranlardaki spor programları malum! Koca koca adamlar uzaylılarla konuşuyorlar, büyüler falan yapıyorlar… 
Ancak ayrılan, değişen müdür yok. Gazeteler, ekranlar hiçbirinin umurunda değil. Bir çoğunun derdi, kimse kusura bakmasın, koltuğu koruyup başka iş kovalamak! Maalesef gelinen nokta bu… Aynaya bakıp, ‘İşimi iyi yapıyorum, geleceğin unutulmaz spor müdürleri arasında ben de yer alacağım’ diyebilen kaç müdürümüz var…
Deplasmana muhabirini yollayamayan müdürlerimiz var artık. Aslında deplasmanının, kampın önemini çok iyi bilirler. Evet, deplasman ve kamp, 3 kuruşa çalıştırılan muhabirler için ekstra para demektir… Evet, deplasman ve kamplarda muhabirler bir yandan çok eğlenir, iyi geyik yaparlar… Ama işlerini yaşarlar, haber atlama korkusu yaşarken atlatmaya da çalışırlar… Belki bir masada hep beraber okey oynarlar ama bir yandan hep baktıkları kulübü konuşur, kafalarında işlerinin matematiğini yaparlar…
Bunları patronlar bilmez. Müdürler bilir. İşi bilmeyen patronlar ekonomik tedbir emreder. Derdi koltuğunda kalıp, bir yandan ekrana çıkmak bir yandan da dolaylı iş kovalamak isteyen müdürler buna uyar. 
Ama hepsi geçmiş efsane müdürlerin muhabirlerine sahip çıkma, haklarını koruma hikayelerini de çok iyi bilirler…
Sonuçta spor medyası da bugünkü noktaya gelir..
Düşünün ki 3 büyüklerin futbolcu röportajlarını önce kulüpler onaylıyor, sonra gazeteler yayınlıyor. 
‘Sen bir kulüpsün, ne hakla benim röportajımı kontrol ediyorsun’ diyebilen bir kişi yok…
Gerçi gördüğü olumsuzluğu, haberi yazabilecek muhabir de yok ilişkiler doğrultusunda…
Bu işleri bilmeyenler ‘Yalancı, daha ne yazsın gazeteciler’ falan demeye kalkıyorlar…
Bilmediğiniz o kadar çok şey var ki… Gazetecilerle düşman değil, dost olmaya çalışın… Ama amigolarla değil, gerçek gazetecilerle! Bakın neler öğreneceksiniz yazılmayan… Aklınız şaşar!
Neyse… Yılbaşından sonra diziler tekrar haftası yaşadılar. Ben de dizilerle zaman zaman beynimi uyuşturuyordum… Boşluğa düştüm, çok yazdım bu ara 😀
Yalnız dilim sivrileşti… Farkındayım. Bana da pek yakışmadı. Ama yazdıklarım hepsi biten ümitlerimin ardından sevdiğim mesleğimle ilgili duyduğum üzüntüden… En iyisi artık keseyim 😁
Gün ola harman ola… Bu işlerden koparılanlardanım… Kimse de düzene karşı el uzatamadı, derdime çare olamadı…
Belki siyasete atılırım! 😀😀😀😀
(Aman ciddiye almayın… Ne anlarım, ne severim... Staj da yapamadım zaten... )