23 Temmuz 2012 Pazartesi

Ne Kadar İlerledik...



Gün içerisinde hepimiz bize hoş veya ters gelen şeylerle karşılaşıyoruz. Akşam olunca bunları yazıya dökmeye çalışayım diyorum. Hangi biri derken aklım karışıp duruyor...

Öyle bir garip ortamda yaşıyoruz ki eleştirilecek onlarca şey bulmak mümkün... Ya da çok eleştirme eğilimliyiz... Buna karar veremiyorum...

Bildiğiniz üzere spor kökenli biriyim. Spor yaptım, muhabirliğini yaptım, hayatımı ona endeksledim. Birgün tamamen emekli olduğumda da sanırım spor bir çok aile büyüğüm gibi en büyük hobim olacak.

Onlardan tek farkım olacağına inanıyorum. Spor dünyasına girip kişileri tanıdığım için asla ve asla kişileri gözetmeden sanırım yalnızca olaya spor gözüyle bakacağım. Bunu spor dünyasını yakından tanıyıp yönetici bazında bu işe sadece spor aşkıyla bakan kişi oranının yüzde 5'i geçmeyeceğini gözlemleyen biri olarak söylüyorum...

Millet olarak bunu ne kadar yaparız? Bence yapamayız... Bizim için spor transfer demek... Seçim demek ... Şampiyonluk demek... Yenemiyorsan mızmızlık yapmak demek... Tuttuğun takımdan başka herkesi hor görmek demek... İnandığından dönmeden körü körüne desteklemek demek... Ve en önemlisi başta dediğim gibi transfer demek...

Spor bizim için bir tenis maçı izlemek değil... Ya da olimpiyatlarda bilmediğin bir branşı bile izleyip öğrenmeye çalışmak demek değil... Kendi kulübünden olmayan birini desteklemek değil...

Bence sportif açıdan oldukça kötü yolda ama sporsever bir toplumuz..!

Sporu olaylarıyla seviyoruz... O olaylara bilmeden etmeden müdahil olup tartışmayı seviyoruz. Hiç tanımadığınız bir kişi ekranda sizin fikrinizi savunuyorsa en büyük yorumcu o oluyor. Aynı yorumcu bir gün tersini terse o zaten kötü olmuş oluyor. Yıllarını belli branşlara vermiş insanlar bir fırsat bulup gözlemlerini anlatıyor ve bu işinize gelmiyorsa o size göre zaten kötü gazeteci... Ancak sonradan ortaya çıkmış biri yeter ki sizi desteklesin, o zaten yılların usta ismi oluveriyor...

Özel bir nedenden ötürü hafta sonu evden ayrılamadım... Geceleri ekranlardaki spor programlarını konuklarıyla izledim... Örneğin bu mesleği yaparken sarı basın kartı sahibi olan, konuştuğu konuyla ilgili 5 yıldan fazla gazetecilik emeği olan kişi pek göremedim. Beni üzen, bu özellikleri taşıyanlar o programların yapımcılarıydı ama onlar bile kendi meslektaşlarını değil de hır gür eşliğinde programlarını belli noktalara getirecek isimleri konuk olarak seçmiş olmalarıydı.

Futbolun yeni sezonun resmiyet kazanmasına çok kısa süre kaldı. En önemlisi de takımlarımızın Avrupa mesaileri başlayacak. Peki.... Biz yaşadığımız krizi ne kadar atlattık? Atlatmak için ne yaptık? Ne yapıyoruz? Ateşi söndürmek yerine sürekli odun mu attık altına? Ciddi sıkıntıları gözardı edip birbirimizle sidik yarışını mı tercih ettik?

Ne kadar hazırız yeni sezona?

Bana pek değiliz gibi geliyor... Camialar kendi içlerinde bile daha tam bütünlüğü sağlamış değiller ki ülke olarak hazır olalım... Diyetler bile ödenmedi... Herkes haklı... Bu ortamda biz futbolumuzu günlük başarılarla yaşamaktan öteye sanırım gidemeyeceğiz... Yönetenler hala birbirleriyle savaş halindeler. Temsilcileri sürekli eleştirdikleri medyada ilginç şekilde yer bulup karşılıklı suçlamaları sürdürüyorlar. Böyle bir ortamda taraftar ne yapsın, nasıl futbol dünyasını hazmetsin... Pek mümkün değil gibi...

Siz siz olun, sakin olun... Bilinçsiz konuşup bulunduğunuz ortamları germeyin. Ve bu tip konuşanlara taviz vermeyin ki onların da sonu gelsin...

Futbolu kişiler yaşatmaz... Sevgi ve sağlıklı düşünce yaşatır...



18 Temmuz 2012 Çarşamba

Yüzünüz Hep Gülsün...


Yaşamınız her döneminde çeşit çeşit arkadaş gruplarınız olur... Okul, mahalle, iş, emeklilik... Her dönem diğerleriyle koparsınız...

Anne babanız vardır... 'Allah evlat acısı göstermesin' mantığıyla onların acısına katlanmak size düşer...

Kardeşleriniz olur... Bir dönem beraber yaşarsınız aynı çatı altında... Sonra koparsınız... Herkes kendi yoluna gider...

Çocuklarınız olur... Yıllarca aynı evi paylaşırken üzerine titrersiniz. Sonra yuvadan uçarlar... Görebildiğiniz her günü kazanç sayarsınız...

Bir de eşiniz olur... Yaşamınız bir bölümünde hayatınıza girer... Son güne kadar da yanınızda kalır...
Onun tek kıskandığı ise varsa bir takım sevdanız, odur...

Bir başkadır takım sevdası... Bazıları neden o takımı tuttuğunu bilmez. Mirastır o... İlk günden son güne kadar yaşanan, hissedilen... Neredeyse her gün en az 1 kez düşünülen. Yaşamınızı çoğu zaman ona göre yönlendirirsiniz. İş, tatil, gezme derken tüm planlar bir maç üzerine yapılır...

Ve doğal olarak çoğu kez eşiniz bunu kıskanır. Ondan önceki sevgilinizdir ve sizi onla paylaşmak zorundadır...

Bir başkadır takım, renk sevgisi... Gerçekten anlatılamaz... Kana genç yaşta karışırsa bazen çok daha mantıklı bir hayat planı varken siz ona göre kendinizi yönlendirirsiniz. Buna örnek kendimi gösteririm her zaman... Gençken bir çok iş seçeneği arasında tüm sıkıntısına karşın mesleğinizi bu sevdanın etrafında oluşturursunuz...

Bunu yapanlardan oldum... Kendime olan saygım, tuttuğum takıma olan ahlakım doğrultusunda mesleğimi yapmaya gayret ettim... Bir yere kadar geldim... Kimi zaman tebrik aldım, kimi zaman tepki... Yanlışı yazdım, suçlandım. Doğruyu yazdım, yalaka dendim. Çoğu şeyi yaşadım...

Ama içimdeki sevgi bitmedi... Kendi dünyamda tüm objektifliğimle bunu yaşamaya çalıştım... Sadece takımımı sevdim. Onun için kendimce yanlış gördüğümü dile getirdim. Bunu yapmak zorunda hissettim. Doğrusu buydu bana göre...

Etrafımda hep renktaşlarım oldu. Onları hep gözlemledim. At gözlüksüz, gönülden bu duyguyu yaşayanlara inanılmaz bir saygı gösterdim. Sevdalarını, tutkularını hırsa çevirenlerden endişe duydum. Onlardan hep kendi duygu ve düşünceleriyle davranan taraftarlar olmalarını bekledim...

Öyle ya da böyle takım sevgisi yaşayan herkese saygı gösterdim... Aynı saygıyı görmesem de...

Takımınızı, renklerinizi sevin... Camianıza sahip çıkın... Ama bir yandan herkese saygı gösterin... Ve sevdanızı kullanmak isteyenlere dikkat edin...

Bu sevgi çok farklıdır. İnsanı yaşama bağlar... Mutlu olmayı öğretir. Terbiye eder insanı... Özellikler katar... Tek şartı bu sevgiyi doğru kullanmaktır...

Sevgisini doğru kullanan herkese selam olsun...

Her Fenerbahçelinin 'Fenerbahçeliler Günü' kutlu olsun... Yüzünüz hep gülsün...

8 Temmuz 2012 Pazar

Gül...

Gul'du kayıklarının ismi... Yasları 80 civarındaydı... Tüm tatilciler çiftin günde 2 kez balığa çıkışlarını imrenecek izliyorlardı. Kovaları her defasında Selimiye'nin küçük balıklarıyla doluyordu. Herkes "ne keyif" derken onlar bu keyfi yasamı ucuza getirmenin mutluluğu olarak yasıyorlardı.  Büyük şehirde parayla sağlanamayacak bir ortamda yasıyorlardı. Onlarin da zaten paraları yoktu... Ama onları o yasta beraber balığa götürecek sevgileri vardı. Kimseye muhtac olmadan yaşıyor olmanın gizemi belki de yaşadıkları yerde gizliyi.. Bir sahil koyünde basit bir yasamın aslında o kadar da çok sırrı vardı ki... Büyük sehirlere sığmayacak kadar... Ve o sehirdekilerin anlayamadığı kadar da karışık...