Gün içerisinde hepimiz bize hoş veya
ters gelen şeylerle karşılaşıyoruz. Akşam olunca bunları
yazıya dökmeye çalışayım diyorum. Hangi biri derken aklım
karışıp duruyor...
Öyle bir garip ortamda yaşıyoruz ki
eleştirilecek onlarca şey bulmak mümkün... Ya da çok eleştirme
eğilimliyiz... Buna karar veremiyorum...
Bildiğiniz üzere spor kökenli
biriyim. Spor yaptım, muhabirliğini yaptım, hayatımı ona
endeksledim. Birgün tamamen emekli olduğumda da sanırım spor bir
çok aile büyüğüm gibi en büyük hobim olacak.
Onlardan tek farkım olacağına
inanıyorum. Spor dünyasına girip kişileri tanıdığım için
asla ve asla kişileri gözetmeden sanırım yalnızca olaya spor
gözüyle bakacağım. Bunu spor dünyasını yakından tanıyıp
yönetici bazında bu işe sadece spor aşkıyla bakan kişi oranının
yüzde 5'i geçmeyeceğini gözlemleyen biri olarak söylüyorum...
Millet olarak bunu ne kadar yaparız?
Bence yapamayız... Bizim için spor transfer demek... Seçim demek
... Şampiyonluk demek... Yenemiyorsan mızmızlık yapmak demek...
Tuttuğun takımdan başka herkesi hor görmek demek... İnandığından
dönmeden körü körüne desteklemek demek... Ve en önemlisi başta
dediğim gibi transfer demek...
Spor bizim için bir tenis maçı
izlemek değil... Ya da olimpiyatlarda bilmediğin bir branşı bile
izleyip öğrenmeye çalışmak demek değil... Kendi kulübünden
olmayan birini desteklemek değil...
Bence sportif açıdan oldukça kötü
yolda ama sporsever bir toplumuz..!
Sporu olaylarıyla seviyoruz... O
olaylara bilmeden etmeden müdahil olup tartışmayı seviyoruz. Hiç
tanımadığınız bir kişi ekranda sizin fikrinizi savunuyorsa en
büyük yorumcu o oluyor. Aynı yorumcu bir gün tersini terse o
zaten kötü olmuş oluyor. Yıllarını belli branşlara vermiş
insanlar bir fırsat bulup gözlemlerini anlatıyor ve bu işinize
gelmiyorsa o size göre zaten kötü gazeteci... Ancak sonradan
ortaya çıkmış biri yeter ki sizi desteklesin, o zaten yılların
usta ismi oluveriyor...
Özel bir nedenden ötürü hafta sonu
evden ayrılamadım... Geceleri ekranlardaki spor programlarını
konuklarıyla izledim... Örneğin bu mesleği yaparken sarı basın
kartı sahibi olan, konuştuğu konuyla ilgili 5 yıldan fazla
gazetecilik emeği olan kişi pek göremedim. Beni üzen, bu
özellikleri taşıyanlar o programların yapımcılarıydı ama
onlar bile kendi meslektaşlarını değil de hır gür eşliğinde
programlarını belli noktalara getirecek isimleri konuk olarak
seçmiş olmalarıydı.
Futbolun yeni sezonun resmiyet
kazanmasına çok kısa süre kaldı. En önemlisi de takımlarımızın
Avrupa mesaileri başlayacak. Peki.... Biz yaşadığımız krizi ne
kadar atlattık? Atlatmak için ne yaptık? Ne yapıyoruz? Ateşi
söndürmek yerine sürekli odun mu attık altına? Ciddi sıkıntıları
gözardı edip birbirimizle sidik yarışını mı tercih ettik?
Ne kadar hazırız yeni sezona?
Bana pek değiliz gibi geliyor...
Camialar kendi içlerinde bile daha tam bütünlüğü sağlamış
değiller ki ülke olarak hazır olalım... Diyetler bile ödenmedi...
Herkes haklı... Bu ortamda biz futbolumuzu günlük başarılarla
yaşamaktan öteye sanırım gidemeyeceğiz... Yönetenler hala
birbirleriyle savaş halindeler. Temsilcileri sürekli eleştirdikleri
medyada ilginç şekilde yer bulup karşılıklı suçlamaları
sürdürüyorlar. Böyle bir ortamda taraftar ne yapsın, nasıl
futbol dünyasını hazmetsin... Pek mümkün değil gibi...
Siz siz olun, sakin olun... Bilinçsiz
konuşup bulunduğunuz ortamları germeyin. Ve bu tip konuşanlara
taviz vermeyin ki onların da sonu gelsin...
Futbolu kişiler yaşatmaz... Sevgi ve
sağlıklı düşünce yaşatır...