İyi gelir insana bazen yaşam düzeninden uzak kalmak… Belki
de bu nedenle tatili, bir yerlere gitmeyi severiz… İyi geldiği için…
İyidir gitmek de… Bir de dönüşü vardır… ‘Keşke dönmeseydim’
diyorsanız, o gidiş size iyi gelmiş demektir…
Bir süre ben de gittim, ailemle. Almanya oldu rotamız. Artık
2. evimiz gibi hissettiğimiz yerleri dolaştık, dostluğun ötesine geçtiğine
inandığımız kişilerle vakit geçirdik.
Onlar kendilerini bilirler… Hepsine teşekkürler
evsahiplikleri ve sıcaklıkları için…
Bugün bana ‘Bir fırsatın var, ne isterdin’ deseler. Onların
yanına gitmeyi tercih edeceğimi hepsi biliyor…
‘Neden’ diye soracağınızı sanmıyorum ama soran olursa… Evet,
ülkemi seviyorum. Son 4 yılda kimin kim olduğunu daha iyi keşfettikten sonra
dostum dediğim insanların yanında olmak keyif veriyor. Hele bazıları var ki…
Dilerim hiç yanımdan ayrılmazlar…
Ancak söz konusu medenice, insan gibi yaşamaksa… İşte bu noktada
tıkanıp kalanlardanım…
Benim de bir yaşamım var, orada yaşayanların da… Neden ben
sürekli endişe içerisinde yaşayayım.. Neden medeni insan kuralları içinde
özgürce olmayayım.. Neden çocuğumun geleceği için sürekli panik içinde olayım..
Neden mesleğimi yapamaz hale geleyim.. Neden sokakta sürekli ezilme veya kavga
korkusu taşıyayım.. Mesela neden futbolu bu kadar severken hiç saha içinden
değil de sürekli saha dışından konularla bu sevgimi körelteyim.. Neden siyaseti
hiç sevmezken onu yaşamamın bir parçası olarak görmek zorunda kalayım…
Bu ‘neden’leri alabildiğine çoğaltmak mümkün…
Bu yazı biraz daldan dala olacak, idare edin…
25 Nisan 15.35 uçağıyla Köln’e uçacaktık. Sabah saatlerinde
Milano THY uçağının kanatları alev almış. Çok şükür, kazasız belasız
atlatılmış. Ama kriz kapıya dayanmış. Aynı gün iptal edilen 45 uçaktan biri
bizimkiydi. Ne yapacağız derken 19.00 Frankfurt uçağına yer var dediler, tamam
dedik. Ama uçak 9 saat rötarlıymış, ‘Neden o zaman 04.00 uçağı demiyorsunuz’
dedim ama cevap alamadım. Neyse… 3000 bagajın birbirine karıştığı söylendi.
12.30 gibi girdiğimiz havaalanından bagajları bulup çıkmamız 19.00’u buldu. Ev
Kadıköy… Cumartesi trafiği. Havaalanı civarında 6-7 saat konaklama şansı
yarattık. Tekrar alana gidip Frankfurt’a inmemiz sabah 07.00’yi buldu. Bu arada
ortada kalanlar, bagajı kaybolanlar, kavga edenler, 7 aylık bir bayanın doğum
noktasına gelişi, Viyana’ya 6 aylık bebeğiyle bitmeye çalışan bir genç hanıma
yetkilinin ‘Sizi Rotherdam’a yollayalım, ordan geçersiniz’ demesi sonrası
ağlama krizine girişi… Ve tüm bunları 4,5 yalında kızımla yaşayışımız…
Evet, THY birçok konuda çok ileride bir kurum. Özellikle
uçak içi servisleri mükemmel. Uçuş sayıları, konforları… Sponsorlukları falan
gurur verici. Ama bir de kriz yönetimi diye bir durum var. Öyle bir gün
yaşadıktan sonra insanın aklından çok farklı şeyler geçiyor!
Dönüşü Köln’den yaptık. Tam saatinde kalkıp tam saatinde,
14.30’da tekerlek yere değdi. Bir pasaport kuyruğu ve köprü trafiği. Eve giriş
19.30…
Bu da insana ‘Oradakiler de biz de insanız. Niye çeken taraf
biz oluyoruz’ dedirtiyor!
****
Bu ziyaretim sırasında 2 farklı gözlemim oldu..
Herborn Almanya’da kendimi çok rahat hissettiğim bir yer.
Orada iyi dostlarım oldu. Her gidişimde sağolsunlar, sohbetlerini esirgemezler.
Konu ülke durumuna geldiğinde herkes kendince sıkıntılarını, dertlerini,
özlemlerini, görüşlerini dile getirir dururdu. Bir şeyleri överken bir şeyleri mutlaka
eleştirirlerdi. Bu gidişimde oradakilerin artık ülkemizin karışık durumundan
son derece umutsuz olduklarını görmek beni üzdü. Bir beklentileri yok gibi
geldi. Hani klasik deyimle memleket meseleleri hiç konuşulmadı… Üzüldüm onların
bu kopuk durumlarına…
Bir de zamanındaki işim gereği futbol dostlarım var orada.
Çok maç seyretmişliğim olmuştur Herborn’de. Gurbet elde tribün yapılır, maçlar
toplu seyredilirdi. Sabahtan muhabbeti başlar, bir gün sonrasına kalırdı. Hani
bazen futbolun bu kadar konuşulmasının yoğunluğundan bezdiğim anlar bile
olurdu.
Fenerbahçe’nin Bursa’daki kupa maçı denk geldi o tarihe. Oldukça
da önemli bir sınavdı…
İşin acısı maçı tek başıma seyrettim. Arada 2-3 kişi skor
sordu. O kadar. Hani diyoruz ya bizlerin futbol aşkı köreldi diye… Ülkemizdeki
futbol kaosu oralara da vurmuş. Hem de daha ağırından. Artık Türkiye’deki
futbol onların o kadar ilgisini çekmiyor…
Şaşırdım mı? Evet… Bu kadar ağır kopmuş olmalarına şaşırdım…
Emeği geçenlerin eline sağlık!
****
1 hafta olaylardan uzak kaldıktan sonra döndüm. Bir süre
gözlemledim. Beklediğim gibi, değişen bir şey yoktu!
Fenerbahçe ile devam edelim…
Trabzon’daki kurşunlanma sonrası ‘Faiiler bulunana kadar
maçlara çıkmayacağız’ nidaları. Sonra ‘U’ dönüş. Gerekçe en kısa zamanda
faillerin yakalanacağı sözü… Ardından Bursa’da taşlanan otobüs. İzmer’de Fenerbahçe
ile Beşiktaş taraftarlarının kavga görüntüleri. Akhisar Galatasaray maçında
bıçaklanma… Alt liglerde aynı olaylar…
Ders almayıp dersleri boş geçirme arzumuz tüm hızıyla
sürüyor…
3 Temmuz sonrası hep aynı şeyi dedim… Futbolumuzda
Fenerbahçe dahil tüm yerlerde yüzler değişmeli… Aksi takdirde çıkar kavgaları
ön plana çıkacak…
Şimdi yaşananlara bakıyorum… Kenan Evren Lisesi yanındaki
arazi için kavga. Verilen sözü tutmamak nerede yazar bilemem. Dedikodular Pendik’te
düşünülen kompleks için söz konusu arazinin iptal edileceği yönünde. Bir Topuk
Yaylası tehlike sinyalleri dolaşıyor. Tam bunlarla gündem oluşmuşken Kayseri
maçı için tribün kapama cezası…
Bu bir gerçek ki Fenerbahçe’nin çok üzerine geliniyor.
Ama bunun nedenini de düşünmek lazım?
Bana göre 3 temmuz sonrası yaşananlar ve tarafların güç
savaşıdır bu. Zarar gören de Fenerbahçe oluyor. Herkes gücünü ispatlama derdine
girince koca camia kaoslar içinde çalkalanıp duruyor…
Yazık…
Keşke 3 Temmuz sonrası yeni isimler olsaydı. Bunu he
savundum…
O tarihten bu yana Fenerbahçe hiçbir kavgasından galip
çıkamadı. Avrupa yasakları… CAS’tan tazminat iddiaları ve davayı geri çekiş… Süren
mahkemeler… Hala da ortaya çıkıp iddialı sözler ve havada kalan laflar… Takımı
komple öldürme teşebbüsü sonrası ‘Maçlara çıkmayacağız’ diye ortaya çıkış gibi…
****
Bu arada Topuk Yaylası da anlayamadığım bir yatırımdır.
Gidenlerin söylediği doğrultusunda inanılmaz güzellikte bir tesis olduğuna
eminim. Bölge içinde ışıl ışıl bir yer olduğu söyleniyor, mutlaka doğrudur. Ama
takımın maksimum 3 hafta kamp yapacağı ( o da en iyimserinden) bir ortam için bu yatırım mantıklı mı,
çözemedim gitti. Üstelik hazırlık maçı önemliyse şartların Boluspor ve
Düzcespor ile kısıtlı kaldığı bir ortam. Farklı zamanda giden sporcular mutlaka
vardır ama daha ziyade tatil merkezi olarak kullanılan bir ortam havası veriyor
uzaktan.
Keza Ankara’daki tesisler.. Ne kadar mantıklı…
Ve Fenerbahçe’nin kalbi Kadıköy, Dereağzı tesisleri… Onu
söküp Pendik’e taşımak ne kadar uygun… Düşünüyorum, çözemiyorum. Dereağzı sporcu
yuvası olarak Fenerbahçe’nin kalbidir ve öyle kalmalıdır.
Fenerbahçe öncelik verecekse önce üniversiteye vermeli.
Yıllardır çözülemeyip havada kalan konulardan biridir. Fenerbahçe camiasına bir
üniversite yakışır ve bu konuyu yıllardır yönetim çözememektedir.
Statın yanındaki arsaya gelince… O da Fenerbahçe’ye yakışır.
Çünkü Fenerbahçe ile Kadıköy ayrılmaz bir bütündür. Yetkili bakan ne kadar
arsanın maddi hesabını falan ortaya koysa da bazı şeyler para ile kıyaslanamaz.
O arsanın yerinin olduğu gibi… Çok değerliyse Fenerbahçe ile masaya oturulur ve
bu ülkenin en büyük kulüplerinden biri olan Fenerbahçe’ye fayda getirecek bir
projede ortak nokta bulunur… Devletler büyüklüklerini böyle gösterir…
Ama en başta dediğim noktaya geliyor bu konu… 3 Temmuz
sonrası güç savaşları iyice kendini göstermeye başladı… Bundan da zararı
Fenerbahçe görüyor… Bunu da sağlıklı Fenerbahçelilerin tartması lazım…
Bu arada son kapatma cezasının geldiği tribün de manidar…
Bunu da not etmek lazım!
Ne mi gerekiyor? Stata komple seyirci alınmazsa ceza da
gelmez…
****
Neyse…
İstanbul’un en güzel mevsimi kapıda… Gönlümüzün bir yarısı
Almanya’daki dostlarımızda kaldı. Şartlar ne olursa olsun ülkede de
sevdiklerimizin yanında olmak keyifli…
Baharı doya doya yaşamanız dileğiyle…