9 Mayıs 2015 Cumartesi

Anneler Günü'nü yaşamak...



Çok dönemler yaşadım hayatımda…
Çocukluğum… Okul hayatım… Üniversite yıllarım… İşe atılışım ve sonrası… Özel hayatım… Canımın, kızımın hayata, hayatıma adımı… İyi ve kötü günlerim…
Bunları kuşkusuz tek ben yaşamadım… Herkesin yaşamının kesitleri bunları…
Tüm bu yaşam perdelerimde annemdi başrol oynayan…
Mutlaka herkesin de başrolündeki isim çoğunlukta aynıydı…
Anne…
4 harf, bir kelime… Ama başka bir şey…
Kuşkusuz babalar da çok önemli insan hayatında. Hatta bana göre erkeklerin hayatında babalar, adı çok telaffuz edilmese de büyük önem taşırlar…
Ama söz konusu anneyse bir başka oluyor…
Baba kızar, anne sığınılan limandır…
Başa bir dert gelir, annedir dinleyen…
Bir mutluluk yakalanır, arka plana kaçan yine annedir…
Baba ‘Bu benim çocuğum’ diye böbürlenirken anne sessiz kalan taraftır…
Bunu da hisseden çocuklardır, annelerine düşkün çocuklar…
Bir kızım var… Her türlü yalakalığı yapıyorum ama tercih söz konusu olunca, kızımın tercihi annesi oluyor…
Kızamıyorum… Çünkü benim de her daim tercihim annem olmuştu o yaşlarda…
Bugün onların günü…
Ne yapsanız onları, anneleri kandıramazsınız… Bunu bilerek bugünü yaşamak da fayda var…
Yani…
Bugün annenize bir hediye de alsanız… Onu bir yere de götürseniz…
Eğer içten değilseniz onu kandıramazsınız…
Çünkü o sizi içinde taşımıştır… Sizi en iyi o bilir…
Bu nedenle…
Anneler Günü’nü bugün sembolik olarak kutlayın. Ama her gün yaşayın…
Her anneye saygı göstermek de yaşam felsefemiz olmalı…
Hani olmasalardı olmazdık dediğimiz insanlar onlar…
Tüm annelerin önünde saygıyla eğiliyorum…
İyi ki varsınız…
Dileğim, yaşamınız boyunca anne şefkatinizin eksik olmadığı çocuklarınızdan aynı duyguları hissetmeniz…
Gerisi boş…

7 Mayıs 2015 Perşembe

Uzak kalmak iyidir

İyi gelir insana bazen yaşam düzeninden uzak kalmak… Belki de bu nedenle tatili, bir yerlere gitmeyi severiz… İyi geldiği için…
İyidir gitmek de… Bir de dönüşü vardır… ‘Keşke dönmeseydim’ diyorsanız, o gidiş size iyi gelmiş demektir…
Bir süre ben de gittim, ailemle. Almanya oldu rotamız. Artık 2. evimiz gibi hissettiğimiz yerleri dolaştık, dostluğun ötesine geçtiğine inandığımız kişilerle vakit geçirdik.
Onlar kendilerini bilirler… Hepsine teşekkürler evsahiplikleri ve sıcaklıkları için…
Bugün bana ‘Bir fırsatın var, ne isterdin’ deseler. Onların yanına gitmeyi tercih edeceğimi hepsi biliyor…
‘Neden’ diye soracağınızı sanmıyorum ama soran olursa… Evet, ülkemi seviyorum. Son 4 yılda kimin kim olduğunu daha iyi keşfettikten sonra dostum dediğim insanların yanında olmak keyif veriyor. Hele bazıları var ki… Dilerim hiç yanımdan ayrılmazlar…
Ancak söz konusu medenice, insan gibi yaşamaksa… İşte bu noktada tıkanıp kalanlardanım…
Benim de bir yaşamım var, orada yaşayanların da… Neden ben sürekli endişe içerisinde yaşayayım.. Neden medeni insan kuralları içinde özgürce olmayayım.. Neden çocuğumun geleceği için sürekli panik içinde olayım.. Neden mesleğimi yapamaz hale geleyim.. Neden sokakta sürekli ezilme veya kavga korkusu taşıyayım.. Mesela neden futbolu bu kadar severken hiç saha içinden değil de sürekli saha dışından konularla bu sevgimi körelteyim.. Neden siyaseti hiç sevmezken onu yaşamamın bir parçası olarak görmek zorunda kalayım…
Bu ‘neden’leri alabildiğine çoğaltmak mümkün…
Bu yazı biraz daldan dala olacak, idare edin…
25 Nisan 15.35 uçağıyla Köln’e uçacaktık. Sabah saatlerinde Milano THY uçağının kanatları alev almış. Çok şükür, kazasız belasız atlatılmış. Ama kriz kapıya dayanmış. Aynı gün iptal edilen 45 uçaktan biri bizimkiydi. Ne yapacağız derken 19.00 Frankfurt uçağına yer var dediler, tamam dedik. Ama uçak 9 saat rötarlıymış, ‘Neden o zaman 04.00 uçağı demiyorsunuz’ dedim ama cevap alamadım. Neyse… 3000 bagajın birbirine karıştığı söylendi. 12.30 gibi girdiğimiz havaalanından bagajları bulup çıkmamız 19.00’u buldu. Ev Kadıköy… Cumartesi trafiği. Havaalanı civarında 6-7 saat konaklama şansı yarattık. Tekrar alana gidip Frankfurt’a inmemiz sabah 07.00’yi buldu. Bu arada ortada kalanlar, bagajı kaybolanlar, kavga edenler, 7 aylık bir bayanın doğum noktasına gelişi, Viyana’ya 6 aylık bebeğiyle bitmeye çalışan bir genç hanıma yetkilinin ‘Sizi Rotherdam’a yollayalım, ordan geçersiniz’ demesi sonrası ağlama krizine girişi… Ve tüm bunları 4,5 yalında kızımla yaşayışımız…
Evet, THY birçok konuda çok ileride bir kurum. Özellikle uçak içi servisleri mükemmel. Uçuş sayıları, konforları… Sponsorlukları falan gurur verici. Ama bir de kriz yönetimi diye bir durum var. Öyle bir gün yaşadıktan sonra insanın aklından çok farklı şeyler geçiyor!
Dönüşü Köln’den yaptık. Tam saatinde kalkıp tam saatinde, 14.30’da tekerlek yere değdi. Bir pasaport kuyruğu ve köprü trafiği. Eve giriş 19.30…
Bu da insana ‘Oradakiler de biz de insanız. Niye çeken taraf biz oluyoruz’ dedirtiyor!
**** 
Bu ziyaretim sırasında 2 farklı gözlemim oldu..
Herborn Almanya’da kendimi çok rahat hissettiğim bir yer. Orada iyi dostlarım oldu. Her gidişimde sağolsunlar, sohbetlerini esirgemezler. Konu ülke durumuna geldiğinde herkes kendince sıkıntılarını, dertlerini, özlemlerini, görüşlerini dile getirir dururdu. Bir şeyleri överken bir şeyleri mutlaka eleştirirlerdi. Bu gidişimde oradakilerin artık ülkemizin karışık durumundan son derece umutsuz olduklarını görmek beni üzdü. Bir beklentileri yok gibi geldi. Hani klasik deyimle memleket meseleleri hiç konuşulmadı… Üzüldüm onların bu kopuk durumlarına…
Bir de zamanındaki işim gereği futbol dostlarım var orada. Çok maç seyretmişliğim olmuştur Herborn’de. Gurbet elde tribün yapılır, maçlar toplu seyredilirdi. Sabahtan muhabbeti başlar, bir gün sonrasına kalırdı. Hani bazen futbolun bu kadar konuşulmasının yoğunluğundan bezdiğim anlar bile olurdu.
Fenerbahçe’nin Bursa’daki kupa maçı denk geldi o tarihe. Oldukça da önemli bir sınavdı…
İşin acısı maçı tek başıma seyrettim. Arada 2-3 kişi skor sordu. O kadar. Hani diyoruz ya bizlerin futbol aşkı köreldi diye… Ülkemizdeki futbol kaosu oralara da vurmuş. Hem de daha ağırından. Artık Türkiye’deki futbol onların o kadar ilgisini çekmiyor…
Şaşırdım mı? Evet… Bu kadar ağır kopmuş olmalarına şaşırdım…
Emeği geçenlerin eline sağlık!
****
1 hafta olaylardan uzak kaldıktan sonra döndüm. Bir süre gözlemledim. Beklediğim gibi, değişen bir şey yoktu!
Fenerbahçe ile devam edelim…
Trabzon’daki kurşunlanma sonrası ‘Faiiler bulunana kadar maçlara çıkmayacağız’ nidaları. Sonra ‘U’ dönüş. Gerekçe en kısa zamanda faillerin yakalanacağı sözü… Ardından Bursa’da taşlanan otobüs. İzmer’de Fenerbahçe ile Beşiktaş taraftarlarının kavga görüntüleri. Akhisar Galatasaray maçında bıçaklanma… Alt liglerde aynı olaylar…
Ders almayıp dersleri boş geçirme arzumuz tüm hızıyla sürüyor…
3 Temmuz sonrası hep aynı şeyi dedim… Futbolumuzda Fenerbahçe dahil tüm yerlerde yüzler değişmeli… Aksi takdirde çıkar kavgaları ön plana çıkacak…
Şimdi yaşananlara bakıyorum… Kenan Evren Lisesi yanındaki arazi için kavga. Verilen sözü tutmamak nerede yazar bilemem. Dedikodular Pendik’te düşünülen kompleks için söz konusu arazinin iptal edileceği yönünde. Bir Topuk Yaylası tehlike sinyalleri dolaşıyor. Tam bunlarla gündem oluşmuşken Kayseri maçı için tribün kapama cezası…
Bu bir gerçek ki Fenerbahçe’nin çok üzerine geliniyor.
Ama bunun nedenini de düşünmek lazım?
Bana göre 3 temmuz sonrası yaşananlar ve tarafların güç savaşıdır bu. Zarar gören de Fenerbahçe oluyor. Herkes gücünü ispatlama derdine girince koca camia kaoslar içinde çalkalanıp duruyor…
Yazık…
Keşke 3 Temmuz sonrası yeni isimler olsaydı. Bunu he savundum…
O tarihten bu yana Fenerbahçe hiçbir kavgasından galip çıkamadı. Avrupa yasakları… CAS’tan tazminat iddiaları ve davayı geri çekiş… Süren mahkemeler… Hala da ortaya çıkıp iddialı sözler ve havada kalan laflar… Takımı komple öldürme teşebbüsü sonrası ‘Maçlara çıkmayacağız’ diye ortaya çıkış gibi…
****
Bu arada Topuk Yaylası da anlayamadığım bir yatırımdır. Gidenlerin söylediği doğrultusunda inanılmaz güzellikte bir tesis olduğuna eminim. Bölge içinde ışıl ışıl bir yer olduğu söyleniyor, mutlaka doğrudur. Ama takımın maksimum 3 hafta kamp yapacağı ( o da en iyimserinden)  bir ortam için bu yatırım mantıklı mı, çözemedim gitti. Üstelik hazırlık maçı önemliyse şartların Boluspor ve Düzcespor ile kısıtlı kaldığı bir ortam. Farklı zamanda giden sporcular mutlaka vardır ama daha ziyade tatil merkezi olarak kullanılan bir ortam havası veriyor uzaktan.
Keza Ankara’daki tesisler.. Ne kadar mantıklı…
Ve Fenerbahçe’nin kalbi Kadıköy, Dereağzı tesisleri… Onu söküp Pendik’e taşımak ne kadar uygun… Düşünüyorum, çözemiyorum. Dereağzı sporcu yuvası olarak Fenerbahçe’nin kalbidir ve öyle kalmalıdır.
Fenerbahçe öncelik verecekse önce üniversiteye vermeli. Yıllardır çözülemeyip havada kalan konulardan biridir. Fenerbahçe camiasına bir üniversite yakışır ve bu konuyu yıllardır yönetim çözememektedir.
Statın yanındaki arsaya gelince… O da Fenerbahçe’ye yakışır. Çünkü Fenerbahçe ile Kadıköy ayrılmaz bir bütündür. Yetkili bakan ne kadar arsanın maddi hesabını falan ortaya koysa da bazı şeyler para ile kıyaslanamaz. O arsanın yerinin olduğu gibi… Çok değerliyse Fenerbahçe ile masaya oturulur ve bu ülkenin en büyük kulüplerinden biri olan Fenerbahçe’ye fayda getirecek bir projede ortak nokta bulunur… Devletler büyüklüklerini böyle gösterir…
Ama en başta dediğim noktaya geliyor bu konu… 3 Temmuz sonrası güç savaşları iyice kendini göstermeye başladı… Bundan da zararı Fenerbahçe görüyor… Bunu da sağlıklı Fenerbahçelilerin tartması lazım…
Bu arada son kapatma cezasının geldiği tribün de manidar… Bunu da not etmek lazım!
Ne mi gerekiyor? Stata komple seyirci alınmazsa ceza da gelmez…
****
Neyse…
İstanbul’un en güzel mevsimi kapıda… Gönlümüzün bir yarısı Almanya’daki dostlarımızda kaldı. Şartlar ne olursa olsun ülkede de sevdiklerimizin yanında olmak keyifli…

Baharı doya doya yaşamanız dileğiyle…