25 Eylül 2011 Pazar

Geçmiş ve Bugün

Fenerbahçe'de Olağanüstü Genel Kurul sonrası gelişmeleri takip ederken, uzun süredir gözlemlediğim bir nokta yeniden dikkatimi çekti... Kısaca bunu hatırlatmak istedim...

Ali Şen... Yaşım itibarıyla yıllarca Ali Şen başkanlığındaki Fenerbahçe yıllarını yaşadım. 'Ali Şen Başkan, Fenerbahçe Şampiyon' sesleri tüm statla birlikte Kadıköy'de inlerken o dönemlerde aksini söylemek ciddi anlamda 'cesaret' isterdi. Büyük nankörlüktü Ali Şen'e karşı durmak.

Metin Aşık... Türkiye'de değil tesis, restorasyon çalışmasının zor olduğu yıllarda başkanlık yaptı. Ve Dereağzı Tesisleri'nde yaptığı tesisleşme büyük başarıydı o dönem için. Ezeli rakipler sus pus olurken Metin Aşık alkışlarla omuzlardaydı.

Vefa Küçük... Yine tesisleşmenin ekonomik açıdan en zor olduğu yıllarda Fenerbahçe kulübüne idari bina hediye etmişti. Onunla da kalmayıp Yüzme Şubesi'ne halen kullanılan teisisleri armağan etmişti.

Mehmet Ali Aydınlar... Nezle olan Fenerbahçe'liye 'Hastanem hepimizin' derken yıllardır voleybol şubesine yaptığı katkı onu geleceğin başkan adayı olarak göstertmişti. 2 ayda Fenerbahçe haini oluverdi kimilerince...

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün...

Camialar geçmişte kendilerine iyi ya da kötü hizmet edenleri unutmadığı sürece büyük kalırlar. Kişiler her zaman herkesin hoşuna giden şeyleri yapmazlar. Bazen birilerini kızdırılar. Eleştirilebilirler. Ama nankörlük en büyük haksızlıktır.

Fenerbahçe çok büyük bir camia, ailedir. Geçmişine nankörlük yapmamalı. Kızmak, eleştirmek olabilir ama 'O Fenerbahçe haini' demek kimsenin haddi değildir. Medenice tartışıldığı, eleştirildiği sürece o camia büyüklüğünü korur.

Ve şu da unutulmamalı ki... İnsan ne ekerse onu biçer. Bugün nankörlük yapan yarın nankörlükle yüzyüze gelir... Geçmişini unutan yarın unutulur...


22 Eylül 2011 Perşembe

Gazetecilik...

Bir evde bir sabah... Evin babasının gözleri bir habere takılıyor: 'Ünlü yorumcu X astronomik bir rakamla artık X gazetesinde de yazmaya başlayacak' Rakam büyüleyici. Baba içinden 'Adama bak, hem TV'den hem de gazeteden götürüyor. Dilerim bizim oğlan da gazeteci olur' diyor. Aslında o yorumcunun kökeni gazetecilik değil ama basının önemli isimlerinden biri olmuş. Ve basın denilince o isim konuşuluyor. Çoğu insana da bir hedef noktası oluyor. Aslında onun gibiler çok değil ama aldığı ücret gazeteciliği herkesin gözüönünde 'cazip' bir meslek olarak gösteriyor.

Bir başka evde bir başka sabah... Evin babası maçlarla ilgili haberlere bakıyor. Fotoğrafları inceliyor. İçinde bir sızıyla... Daha birkaç gün önce 'kemer sıkma' politikasıyla işine son verilmiş bir emekçi o. Yıllarca soğuk – sıcak demeden; ailesinden, çocuğundan uzak kalma pahasına; karın tokluğuna emek verip haberler çıkarmış bir baba o. Yaptığı haberler günlerce TV programlarına malzeme olmuş biri o. Ama iş kemer sıkmaya gelince, 'Kusura bakma' denmiş biri. Şimdi o haberleri bir buruk okuyor. Ve yarınını bilmeden gününe başlıyor...

İşte gerçek gazetecilerin yaşamı bu... Asılacak ilk insan olma tercihi sırtında, geçip giden yıllar... Yaptığı haberler onun imzasıyla belki bir gün çıkıyor ama günlerce insanlara konu, malzeme oluyor... Ve o haberi ne zorluklarla, bazen ne tehditlerle çıkardığını kimse hesaplamıyor.

Bugünlerde yine bazı meslektaşlarımızın işine son veriliyor, gazeteler kapanıyor. O ünlü yorumculardan biri transfer olduğunda veya işsiz kaldığında gazetelere haber olabiliyor ama onlarca insanın evine 'Çıkarıldığımı nasıl evdekilere söyliyeceğim' diyerek gittiğinden kimselerin haberi olmuyor. Meslektaşları dışında...

Ben işten çıkarılalı 2 ay olacak yakında. Ben o isimlerden değilim. Durumum farklı oldu. Arkamda duran, durabilen bir zihniyet olmadı. Hiçbir yanlışım yokken çıkarıldım. Çıkarılma nedenim olan gerekçe aynı gazetede haber olarak kullanılırken ben suçlu ilan edildim.

Ama işsiz kalan diğerleri... Aynı gerekçe: 'Kemer sıkma'

Dengesiz bir düzen....

İnsan 'gerçek gazeteci' patronları arıyor. Geçmişte haber yapan insanlar baştacıyken şimdilerde sivri konuşanlar, muhabirliğin yanından geçmeyenler basının lideri oldular. Bize de seyreylemek düşüyor.

Basın giderek farklı ve olumsuz bir kıyafete bürünmeye başladı. Acilen yeni bir patron, daha doğrusu geçmişin 'gazeteci patron' zihniyeti ortaya çıkmazsa inanın gazeteci olmanın hiçbir anlamı kalmayacak.

Sevgili aileler, aman siz siz olun, çocuklarınızı bu meslekten uzak tutun. Gelecek gözükmüyor ne yazık ki...

Ve siz sürekli medyayı suçlayan dostlarım... Bu tablo biraz da sizin eseriniz. Kimlere prim verirken kimlerin harcandığına dikkat edin. Bu işin emekçileri var, onlara sahip çıkın. En azından kızdıklarınızı gündeme getireceğinize size haber sunan insanları ön plana taşıyın. Biliyorum kızacaksınız ama Shaktar maçını hatırlatacağım. O gün tribünde saldırmaya çalıştığınız insanların medya içerisinde ne görev yaptığını hiç düşündünüz mü? Samimi olun: Oradakilere ayıp ettik diye hiç içinizden geçirdiniz mi?

Devir fena oldu... Biliyorum ki hiçbir müdür veya yönetici sebepsiz yere elemanını gözden çıkarmaz ama yukarıdan gelen emirler o kadar ağır ki... 'Şu kadar adam çıkar' dendi mi yapacak bir şey kalmıyor. Açıkcası ben bu mesleğe başlarken anlatılan düzen bu değildi. Esas 'Haber bul, ekmeğini kazan' şeklindeydi. Şimdi... Ben de bir isim bulamıyorum bu devire...

Bir gazete kapandı... Bir grup arkadaşımız da işsiz kaldı. Hepsine sabır diliyorum... Ve bir an önce yeni gazetelerin, yeni zihniyetlerle açılmasını umuyorum... Zor olduğunu bile bile...

İçim darala darala yazdım bunları... Kızanlar olacak belki ama 'Bunlar gerçek değil' diyebilen olabilecek mi...

Bir de ricamı tekrarlamak istiyorum... Lütfen yorumlarınız veya taleplerinizi buraya yazın, diğer sosyal ortamlara değil. 'Sıkıntı oluyor' diyenler var ama 3-5 de olsa gönderebilen var... Az uğraşın, başarırsınız...

Ayrıca benden yazmamı istediğiniz konu, kişi veya bir sorularınız varsa bunları da bekliyorum...

Sağlıcakla ve işinizle kalın...

21 Eylül 2011 Çarşamba

Tribün Kimin İşi...

Geçtiğimiz günlerde tüm Fenerbahçelilerin birbirini yargılamaktan vazgeçip elele vermesi gerektiğine inandığımı söylemiştim. Çeşitli görüşler geldi. Şöyle bir baktım, maalesef içerik aslında aynı, her ne kadar görüntüde doğrunun bu olduğu ifade edilse de... Çoğunluk 'Evet,herkes elele vermeli' derken sonunda da 'Ama x de böyle yapmıştı' deyiveriyor.

Aşın ve geçin bunları dostlar. Bırakın bu yönde uğraş verenlerin beyhude, kasıtlı çabalarını... Ne ben, ne siz, ne harhangi bir futbolcu, ne herhangi bir yönetici değildir önemli olan. Önemli olan Fenerbahçe'dir. Ve ısrarla diyorum ki Fenerbahçe ailesi bu yönde devam ettikçe birilerinin ekmeğine yağ sürülmesinden öteye geçilemez.

Şöyle bir bakıyorum... İnanılmaz bir şanssızlık döneminde çabalayan bir takımımız var. Malum şike tablosunun yarattığı tablo ortada. Üstüne bir bir gelen sakatlıklar. Ve de Manisa karşısında son dakikada sayılmayan bir gol. Hemen 'O yan hakem Trabzonlu... Kasıt var... Bizi yakıyorlar' diyenler olacaktır. Sanırım bu tür düşünenlerle ayrıldığım, anlaşamadığım nokta bu.

Dik durmamız lazım. Shaktar maçında çıkan olaylarla maçlarımızı 12. adamsız oynatmak zorunda kalanlar bunun iç hesaplaşmasını yapmalı. (2. maçın bayanlı olduğunun farkındayım, söz edeceğim) Ve ve ve... Rakip Manisa... Yarım devre 10 kişi oynuyor. Ve Fenerbahçe uzatmalarda verilmeyen nizami golüne yanıyor! Peki o maç niye oraya kaldı? Penaltımız mı verilmedi? Evet verilmedi. O zaman daha hırsla saldırmak lazım. Karşımızda 10 kişi kalmış Manisa! Yapmayın, etmeyin. Doğrudur ki bize karşı bir mücadele var. Çok doğal. Bu takım Fenerbahçe. Türkiye'nin en büyüklerinden biri, son yılların başarılı ekibi. Elbette uğraşılacaksa bu takımla uğraşılacak. Ancak bu tür isyanlar bence bizi daha da sıkıntıya düşer, zayıflatır.

Ordu maçından sonra bazı oyuncularla işimizin zor olduğunu yazmıştım. Hala aynı kanıdayım. Aykut hoca geçen yılın başlarında da bazı fikr-i sabitlerle hatalar yapmıştı. Bu yıl dilerim olmaz. Bir Stoch küstürülmemeli. Savunma göbeği önemlidir. Denenmiş ve başarısız olmuş isimlerden ziyade yeni, sakatlık varsa genç isimlere şans verilmeli. Geçen yıl bu denenmiş ve başarılı olunmuştu. Gökay, Okan, Mert gibi.. Örneğin bir Hasan, Aykut hoca gibi bir cesur yürek tarafından bu dönem denenemez mi?

Takımla ilgili de şöyle bir gözlemim var. Yaşımın elverdiği kadarıyla izlediğim en iyi Fenerbahçeli olan Alex bu takımın çok şeyi, kabul. Ama herşeyi olmamalı. Alexli yıllarda kendini ispatlayan Volkan oldu, Gökhan oldu, geçen yıl da biraz Mehmet Topuz oldu. Bunun dışında gelen herkes çizgisinde kalıyor, üstüne koymuyor. Çıkış gösteren bir başka yerli gösterebilir misiniz? Veya yabancı. Sıkışınca 'Yetiş Alex' olursa sıkıntı var demektir. Manisa'ya atılan golde bile Alex'in alan boşaltmasını gözardı edemeyiz. Evet Caner'in pasına da dikkat ama sonrasında Alex'in 1'e 1 kitlenmesi herkesin de kilitlenmesine neden oldu.

Aslında konu çok geniş. Diyeceksiniz ki takımı şike davasıyla mahvettiler, gidenlerle kadro bozuldu, gelenler yeni... Bunların sonu gelmez. Hala anlamış değilim ligin başlamasına kısa bir süre kala Santos – Lugano – Niang üçlüsünün gidişini... Sakın ekonomik kriz demeyin, yemem! Düşme korkusu deniyorsa o zaman yerine niye yabancılar alındı? Yoksa sezon sonuna yönelik yönetim tarafından bilinen ve bizlere söylenmeyen birşeyler mi var?

Fazla deşmeyelim...

Gelelim bayanlı tribünlerimize... Tek kelimeyle 'tarihi gece' oldu. Hepsine alkışlar... Tebrikler...Teşekkürler... Ama olmaz! Tribüncülük erkeklerin işidir... Kimse kusura bakmasın. Evet, en iyi ahçılar erkeklerden çıkar ama kadının süslediği sofranın lezzeti başkadır. Tribün de erkeklerin yeridir, hanımlarımız süsüdür.

Verilen ceza ortamında Fenerbahçeli bayanlar ellerinden gelenin fazlasını yapmışlardır. Ama bundan sonra Fenerbahçe'yi 12. adamsız bırakacak her hareket Fenerbahçe'ye ihanettir. Bu konuda herkesin daha hassas olmasını beklemek hakkımız.

Ben geç yazıyorum, maçlara ara da kısa... Neredeyse Kayseri maçı başlayacak... Futbolla dolu yoğunluk ne kadar da keyifli...

18 Eylül 2011 Pazar

Bir dizi...

Dallas... Küçük Ev... Bonanza... Zengin ve Yoksul.... Beyaz Gölge... Flamingo Yolu... Shogun.... Süper Baba... Şehnaz Tango... İkinci Bahar... Hırsız Polis... Asmalı Konak... Canım Ailem... Kurtlar Vadisi... Ve daha niceleri... Geçmişten bugüne bir yolculuk gibi geliyor sanırım bu dizilerin isimleri. Dizi seyretmeyi severim. Sevdiğim dizinin de bölümünü kaçırmamaya gayret ederim. 'Ay dizi de seyredilir mi' diyenlere açıkcası sinir olurum. Seyredilir! Bal gibi de seyredilir...

Saydığım diziler, yaş grubumun hafızalarında belki de çeşitli anıları tazelemiştir. Unuttuğum, yazmadığım onlarcası daha var. Kimi sabun köpüğü gibi benim için. O 1-1.5 saatte beni dünyadan koparır, sonra geri verir. Kimlerinin de bana göre bir misyonu var, bir anlamı var, bir mesajı var...

Etrafımda dizilerle ilgili sık sık konuşulur. Dinlemeyi sevdiğim için kulak kabartırım. Çeşitli dizilerden bahsedilir. Ama bir tanesi var ki başlangıcından beri seyrediyorum ve bence maalesef yeterince izlenmiyor, konuşulmuyor.

Bu arada hemen baştan söyliyeyim: Bunları yazmamın reklam amacı kesinlikle yok. Diziden kimseyi tanımam etmem. Hatta oyuncuların gerçek isimlerini bile bilmem. Bir tek yönetmeninin, Osman Sınav'ın ismini bilirim ama tanışmam. Dolayısıyla yalnızca içimden geldiği ve meraklılarının hoşuna gideceğine inandığım için yazıyorum. Aman beni reklam yapmakla falan suçlamayın!

Dizinin adı 'Sakarya Fırat'... Çarşamba akşamları TRT'de de oynuyor. Tekrarı falan da oluyor farklı günlerde. Güneydoğuda bir askeri birlikte geçen olaylar... Bir kahraman var elbette ve ölmüyor. Bu dizi kanunu, saygıyla karşılamak lazım. Ama diğer tüm detaylar bana göre son derece gerçekçi ve insanı oralara taşıyor. Askerliğimi Diyarbakır'da yapmıştım. Bölgede de dolaşıp etrafı görmüştüm. Dizi tüylerimi diken diken etmeyi başarıyor. Bana göre gerçeküstü veya abartılı bir olay çok fazla yok. Hele askerler arasındaki dünya, şakalaşmalar, sohbetler... Sanırım askerliğini yapmış tüm erkeklerin o dönemlerinden bazı anıları yeniden hatırlatır.

Futbolu dert ediyoruz... Trafiği dert ediyoruz... Aşklar derdimiz... Magazin derdimiz... Çok şeyi kendimize dert edip isyan noktalarına varıyoruz. Bir de gazetelerde, TV'lerde yer alan ve hergün eksik olmamaya başlayan terör olayları. Yıkılan ocaklar... Bunları haftada bir de olsa o dizide görüyorum. Ordaki insanların sıkıntısını. Sadece asker olarak değil... Yaşam olarak. Bana terapi gibi geliyor. İçim üzülüyor ve etrafımda yaşananlara gereksiz tepki vermekten vazgeçiyorum. Elbette buralarda da bir hayat var ama oraları unutmamak lazım. O zaman da şükreder hale geliriz sanırım. Herşeyi daha usulü ve edebiyle sevmeyi öğrenebiliriz ve karşımızdakileri bu kadar kolay kırmayız.

Dizi güzel inanın. Ve hakettiği yankıyı uyandıramıyor. Sanırım TRT'de de olması buna etken. Ama reklam psikopatlığı yaşamadan dizi seyretmenin de tadı çıkıyor ;)

Tavsiye ederim... Yorumlarınızı beklerim...

Bu arada... Burada nacizane sizlerle iletişim kurmaya çalışıyorum. Başarılı da oluyorum sanırım. İlk günler için fena değil. Ama yorumlarınızı, fikirlerinizi, benden beklentilerinizi bu spotun içinde paylaşırsanız sevinirim. Face veya Twitter'ı burayla ayrı tutmaya gayret ediyorum, talebim bu nedenledir...

Saygılar...

13 Eylül 2011 Salı

Teşekkürler

Yaşamınızda mutlaka kendinizle gururlandığınız günler, dönemler olmuştur. Çok kendinizi beğenmiş değilseniz bu çok da sık olmaz. Bazıları her fırsatta 'Neyim ben, görsün herkes' der. Onlardan olamadım hiç. İstemem de. Aksine de kendimi çok eleştiririm. Böylece doğruyu bulduğuma inanırım. Ancak bugün onlardan değildi...

Kuzen tavsiyesi ile açtığım blog'un yansımaları gün boyu geldi... Kabul ediyorum: Gururlandığımı kabul ettirecek düzeydeydi :) Gerçekten de teşekkür ederim herkese. Yine hiç beklemediğim insanların şaşırtıcı destekleri de oldu. Bir misyon mu yükleniyorum nedir! :):):)

Bu arada sanırım başlık olayında hatalıyım: 'Ve başlıyorum' dediğim için gün boyu bir kısımdan 'Hayırlı olsun, nerede başladın' diyerek henüz olmayan yeni işimle ilgili tebrik telefonları aldım :):):):) Sonuç: Dostlarım, bir işe değil, blog yazmaya başladım sadece ;)))

Aslında bunu bir teşekkür yazısı ile geçirecektim... Ancak 3 Temmuz'dan bu yana yaşanan kaos döneminde üzüntüyle izlediğim bir konuya değinmek istiyorum. Birçok kulüp sıkıntı yaşıyor ama malumdur ki en büyük fatura Fenerbahçe'ye kesilmiş durumda. Doğaldır ki tepkiler de o denli büyük yaşanıyor. Ama beni üzen Fenerbahçelilerin birbirine girmiş görüntüleri. Herkes birbirini yargılama savaşına girmiş durumda. Eski defterler açılıyor. Deyim yerindeyse herkes birbirine birşeyler atıyor. Ve de herkes birilerinin adamı ilan ediliyor... Avukatlıklara soyunuluyor... Yönetimin adamları, muhalafetin adamları suçlamaları alabildiğince aleni bir şekilde dile getiriliyor. Fenerbahçeli olmayan herkes de 'kıs kıs' gülerek bu sahneleri izliyor.

Şunu sormak isterim: Kim kimin Fenerbahçeliliğini yargılayabilir? Belki sizler de birilerini suçluyorsunuz. Acaba o suçladığınız insanın Fenerbahçe için geçmişte neler yaptığını hiç düşündünüz mü? Hiç sordunuz mu insanların neden neyi yaptığını? Fenerbahçe için geçmişte maddi – manevi özveride bulunan insanlar bir anda bu kadar düşman olabilirler mi? Ya da şahsi kızgınlıklar, acaba tamamen manevi duygularla sevilecek bir bayrağa olan sevginin önüne geçebilir mi? Acaba insanlar birilerini yürekten ve saygı koşulları altında eleştirirken gerçekten inandıklarını söylüyor olamazlar mı? Ve bu onlara hakaret etme hakkını birilerine verir mi?

Herşeyi bir kenara bırakın... Acaba Fenerbahçe'nin, Fenerbahçelilerin tarihte birleşmeye bu kadar ihtiyaç duydukları bir dönem olabilir mi?

Bana göre vakit Fenerbahçelilerin Fenerbahçe için 'susma' vaktidir. Elele verme zamanıdır. Ve de herkesin tek yürek elele, omuz omuza durup şanlı bayrağı savunma zamanıdır!

Elbette bu dönemde yapılan hatalar için de hesaplaşma zamanı gelecektir. Bu kongrede olur, platformlarda olur ama şimdi olmaz.

Bırakın başka Fenerbahçelileri yargılamayı. Ona buna sataşmaktan uzak durun. Kimseyi tahrik etmeyin. Aksine el uzatın. Geçmişin kavgalarının, hesaplarının bugüne yararı olmaz. Birilerine attığınız iftiralarla onların içindeki Fenerbahçe sevgisini bitiremeyeceğiniz gibi onları camiadan da uzaklaştıramazsınız. Bu haddiniz değil...

Nacizane bunları dile getirdim. Bence elinizi yüreğinize koyup payınız olup olmadığını düşünün. Sonra da başkalarına karşı dik durup güçlü olun...

Bir kez daha söylüyorum... Eğer bana sormak istediğiniz, yazmamı istediğiniz bir şey varsa buradan veya facebook ve twitter'dan bana ulaşabilirsiniz.

Bir de gelen mesajlara izninizle kısa cevaplar vereyim... Sahipleri kendilerini bilir :):):)

  • Sevgili müdürlerimden... Bu kez sanırım imla konusunda daha iyiyim ;)
  • V.Ö., güzel sohbet için sağol. Gazeteciliği bırakmadım, bıraktırıldım.
  • O.Y., sahalara kısmen dönmedim. Sahadayım zaten de yaştan biraz az sahne alıyorum ;)
  • C.Ç., yine sessiz sedasız yanımdasın. Dayanamadım uzak kalmaya sizlerden..
  • S.G, başlamam hayırlı oldu mu bilemem ama daha hayırlısı sizin gibi dostlarımın olması...
  • Bana 'Adam gibi adam' diyen E.A, asıl adam sizlersiniz ki şu günlerde yanımdasınız...
  • M.M.E, senin gibi kuzen sahibi olmak da büyük keyif...
  • T.Ç., amcan sana kurban olsun...
  • T.A., sen yanımda ol, ben hep başarılı olurum...
  • M.Ç., aynı yoldayız... Yolum açıksa seninki de açıktır...
  • A.H.K., hak senin de yanında olsun her zaman...
  • Ve E.U., rakı masası dedin, aklıma getirdin ;)
İyisi mi kaçayım ben ;)))

Her gününüz mutlu geçsin...

12 Eylül 2011 Pazartesi

Ve başladım...

Yıllardır basın tribünündeki küçük monitorda gördüğüm maç öncesini bu kez evimde televizyonumda izliyordum.Üstelik sesli bir şekilde. İlk yılından beri abonesi olduğum Lig TV'de ilk kez bir Fenerbahçe maçını izleyecektim. Hafızamı zorladım. Son ne zaman bir Fenerbahçe maçını canlı olarak TV'de izledim diye. Hatırlayamadım. 10 yılı geçmiş olmalı. Garip bir duyguydu. Kızım Damla salonda fink atarken hem onla oynuyor, hem de Ordu maçının başlamasını bekliyordum.
Duygularım açıkcası biraz karışıktı...
İşten çıkartılalı 1 ayı geçti. Artık işsiz biriyim. Çok da karışık bir süreç yaşadım 3 Temmuz'dan bu yana...
Gazetecilik hayatım belki bitti, belki de bir ara yaşıyorum. Bir süredir içimde 'yazma sevgisi'nin giderek arttığını hissediyorum. Bu da 17 yılı aşkın gazetecilik yapan birinde doğal olsa gerek.
Kuzenimin teklifiyle blog olayına girme kararı aldım. Ne olur diye çok düşündüm. İşten çıkartılalı büyük desteğini gördüğüm dostlarım oldu. Tepki verenler de bir o kadardı. İçimden 'Hadi bakalım, bir de böyle bir ortamda bulunayım' diyerek bu bloğu açma kararı aldım. Burayı bir anlamda 'hatıra defteri' olarak kullanma niyetindeyim. Tek kararım var: Eğer mesleğe dönersem buradaki Fenerbahçe muhabbetlerine etik olarak noktayı koyacağım. Gelirse o güne kadar ukalalık sinsilesinde ben de buluınacağım.
Mesleğimi özlediğimden fazla meslek arkadaşlarımı özlüyorum. Ortamlarını arıyorum. Sağolsunlar, dostum olarak bildiklerim fazlasıyla varlıklarını hissettiriyorlar. Fazlası da oluyor destekçilerin. Aslında biraz da değişik oldu bu ortam. Örneğin yine prensip olarak çalışırken hiçbir maç günü alkol almazdım. Bu akşam az keyif yaptım, fena da olmadı. Şartlar ne olacak elbette bilemiyorum ama insanoğlunun herşeye alıştığı gibi elbet ben de yeni yaşamıma alışacağım...
Burada neler yazacağımı bilemiyorum... Bir sürü konu başlığı var aklımda... Bunların temelini çeşitli sosyal paylaşım ortamlarında gelen sorular oluşturuyor. Örneğin...
-Niye kovuldum...
-Nasıl Fenerbahçe düşmanı lanse edilir oldum? Hatta Fenerbahçeli miyim? :):)
-Nedir Fenerbahçe muhabirlerinin dünyası?
-Nasıldır Fenerbahçe dünyası? Benim bildiğim kadarıyla kim kimdir?
-Birilerinin adamıyım? Kimlerle ne ilişkim var... En çok da bu konuda sorular geliyor nedense.
-Ne yaparım, nasıl yaşarım... Gördüğüm ve göreceğim yerler hakkında neler anlatabilirim..

Kısacası herşeyden zaman içerisinde elimden geldiğince bahsetmeye çalışacağım. Aman lütfen... 'Bize ne' diye tepki gösterme zahmetine girmeyinç Umurumda değil. Burası benim şahsi yerim. Kimse zorla buraya zorla davetli değil...

Birşeyler yazarken şu gün bugün demiyeceğim. Öncelik, olursa sizden gelecek sorularda olacak. Kafama estikçe nerelerde dolanacağım inanın bilmiyorum. Yardımlarınıza, taleplerinize de açığım...

Bu gece Ordu maçıyla sezon açıldı. 3 puan her zaman iyidir başlangıçta. Tribünlerde oturan futbolcular neredeyse bir takım oluşturacak esas oğlanlardı. Bu tabloda galibiyet güzel. Bende düşkırıklığı yaratn futbolcuların beklediğim hırstan yoksun olmalarıydı. Yaşanan kara günlerden sonra Ordu gibi tecrübesi henüz eksik bir takım karşısında çok daha hırslı, çok daha farklı bir kaza takım bekledim açıkcası. İsteksizlik biraz beni üzdü. Ama dediğim gibi çok eksik ve ligin ilk maçı olmasının stresi önplana çıktı. Olsun! Zamanla taşların yerine oturmasını beklemek son derece doğal. Sonuç olarak ligin başlamasına 10 gün kala by-pass geçirmiş bir ekip oldu Fenerbahçe. Bir gözlemim de Lugano'yu sezon içerisinde çok arayacağımız. Ve Bilica'yla işimizin çok zor olacağı. Yanılmıyorsam daha ilk maçtan bu kadar stressiz bir karşılaşmada sarı kartla başladı. Gereksiz. Emre ve Gökhan'sız da Fenerbahçe hücum gücünde ciddi sıkıntı yaşıyor. Son derece iyi bir insan olan ve iyiniyetinden şüphe duymadığım Bekir'de de maalesef taşlar yerine oturmuyor. Ve Caner... Bence ne yapsa olmaz... Fenerbahçe adına maçın en büyük şanssızlığı Alex'in o röveşatasının gol olmamasıydı. Belki ligin daha ilk maçında sezonun en güzel golü imzalanacaktı, olmadı... Bir de Aykut hocayı bir konuda anlamakta zorlanıyorum. Rakip Ordu. Tek forvet Semih. Zaten tek forvet oynayamıyor. Acaba maçın bir bölümünde Bienvenue ile birlikte Kadıköy'de oynanamaz mıydı? Fenerbahçe'nin Kadıköy'de bile bu kadar tedbirli oynaması şart mı? Yiyelim 1 tane... Ama fazlasını atamaz mıyız Orduspor'a? - Üst falan da oynamadım! Aman ha!!! :):) -


Haydi bakalım... Böyle başladık... Bakalım tepkiler (olursa elbette) ne olacak... Olmasa da önemli değil... Kendim çalar kendim oynarım.. Ne de olsa boştayım şimdilik...

Görüşmek üzere...