30 Aralık 2011 Cuma

2011...2012...

Sevemedim 2011'i... Çok şükür ki sağlıksal açıdan bana ve aileme olumsuz bir etkisi olmadı...Yiyecek bir şeyler de bulduk...

Ama... Ama'sı çok benim için..

Bu yıldan aklımda kalan keyifle gözümün önünde büyüyen kızım ve ailece geçirdiğimiz güzel yaz tatili....

Sonrası...

Sormayın gitsin... Hele de 2. bölümü...

Benim açımdan fenaydı... Giderek de daha fena oldu...

Allah'ın gücüne gitmesin. Canı o verdi, o alır... Ama bu can keyifsiz bir sürece girdi akan zamanla...

Futbol hayatımızın ciddi bir parçası... Fenerbahçe sevdası taşıyan futbolseverlerdenim.

Farkım ekmeğimi de spordan kazanıyor olmam.

Ama hayatım futbola endeksli değil. Hele artık hiç değil...

Fenerbahçe sevdam... Ama körü körüne değil... At gözlüklülerden değilim.

Seviyorum Fenerbahçe'yi... En az eskisi kadar.

Ama camia içinde çok da ciddi bir temizlik istiyorum.

Gerekirse ben de dahil herkes temizlensin.

2012'den en ciddi isteklerimden biri bu!

Acıma... Temizle Fenerbahçe'yi... Önce benim kapımın önü temiz olsun ki diğerlerine dilim uzasın...

Gerekirse benim kapımın önü temiz olsun, kapısı pisler başarılı olsun. Derdim değil. Yeter ki kapım temiz olsun...

Geçelim futbolu... Zaten çok da anlamsız bu dönemde...

Dedim ya... Sevemedim 2011'i...
Şimdi yeni bir yıl önümüzde...

Memleketim yine çok çekti bu yıl... Hele ki Van... Hala yanan çadır, yitirilen yaşam haberleri... Belki de bu bile tek başına yeter 2011'i sevmemek için...

Bizler yılbaşını kutlarken oradakiler neler yaşayacak... Orada kalmak zorunda olanlar... Bir yerlere kaçamayanlar... O çadırların içinde tıkalı yaşamlarında...

Biz de hala şike ile uğraşalım... Yüzbin dolarların havada uçuştuğu ortamda temizlik kampanyaları... Ve yanan çadırlar...

Bırakın bunları ne olur... Sağduyulu olun...

Yeni yıl... Umulmadık şeyler olsa...

Mesela hiçbir tabiat faciası yaşamasak... Canlar yitirilmese...

Mesela ekonomik istikrarla insanların alım gücü artsa... Yaşam sıkıntısı çekilmese...

Mesela toplum başta Ata'mız olmak üzere hakedenlere hakedildikleri yerlere koysa...

Mesela yargı süper hıza kavuşsa... Gazetecisinden yöneticisine, hakeden en kısa sürede özgürlüğüne kavuşsa...

Mesela kırgın küskün kalmasa... Herkes barışsa...

Mesela herkes yeniden eskisi gibi futbolu sevebilse...

Mesela bazılarının gözündeki perde kalksa... Herşeye olumlu ve mantıklı bakabilseler...

Mesela herkes işlerinde başarılı olsa... Güzel işler, güzel tatiller yapsa...

Ve en önemlisi... Mesela hepimiz çok sağlıklı bir yıl yaşasak...

Hadi 2012... İlk kez bir yılın ardından çok konuşuyorum. Mahçup etme beni...

Herkese mutluluk, sağlık ve başarı dağıt...

Hepinize iyi seneler dostlarım...

Herşey gönlünüzce olsun...



23 Aralık 2011 Cuma

Labirent

Yakından tanıyanlar bilir ki yaşını yeni aşmış küçük bir kızım var. Dolayısıyla benim ve eşimin yaşamı bu ufak çaplı dostumuza endeksli durumda. Çocuk sahibi olanlar hak verir ki bu dönem bir daha geri gelmeyecek. Sonuç itibarıyla her anın keyfini çıkarmak için ciddi hassasiyet gösteriyoruz ve hiç şikayetçi değiliz. Hayatımda çok hobilerim, zevklerim oldu ama bu bir başkaymış gerçekten.

Bu yaşam düzeni içerisinde eski zevklerimize biraz ara verdik. Sinemaya gitmek de bunlardan biriydi. Ayda 1-2 film yetiyor bize şimdilerde.

Son olarak oynadığı ilk gün 'Labirent'e gittik. Hani bazı tipler var. 'Şu filme gittim, nefis. Mutlaka görülmesi lazım' ukalalığındakilerden değilim. Bu yaklaşımların asıl amaçının da 'Ben filme, sinemaya gittim' veya 'giderim' mesajını iletmek kaygısı olduğunu da düşünüyorum. Hatta bunu biraz daha ileri taşırsak şizofrenik bir durum. Her yaptığını ille insanların gözüne batırmak... Ben şurda şunu yedim, şunu içtim... Yakında bu yenilen içilenlerin nasıl çıkışının anlatılmasından endişe duyuyorum :)

Neyse... Filmde bir sahne dikkatimi çekti. Daha doğrusu o sahnede konuşulanlar... Başroldeki Meltem Cumbul ile Timuçin Esen 2 polis. Bir çorbacı sahneleri var. Oradaki sohbetleri... Neden polis oldukları... Mesleğin zorluğunu dile getirişleri. Ve yine de neden yaptıkları... Tam cümleler maalesef ki aklımda değil. Ama bana ders niteliğinde geldi...

Kime ders? Mesleğini yeni seçecek kardeşlerime...

Polislik ile gazeteciliği nedense birbirine benzetirim. Bir de rehberliği. Kısa dönem rehberliğim oldu. 2 yıl kadar. Sonra 17 yıla yakın gazetecilik. Mesaisiz meslekler bunlar. Fazlasıyla özveri istiyorlar. Genç yaşta başlıyorsun. Filmde dile getirildiği gibi... İlk başlarda kendini farklı bir yere koyuyorsun. Sanki dünyayı kurtaran, yönlendiren insansın. Gazetecilik yönünden bakalım... Sanki yaptığın haber konunun tüm gidişatını etkiliyor gibi gelir. Farklısındır başlarda... Öyle hissedersin... Sonra yıllar geçer... Şöyle bir geriye bakarsın... Yaptığın herşey geride kalmış. Yenilerini yapıyorsan değer verilirsin. Durduğun anda insanlar seni bir anda unutuverir. Bu arada yıllar gücünü, zindeliğini beraberinde götürür.. Ve bir karar noktasına geliverirsin: Tamam mı devam mı?

Çoğunluk devam der.... Çünkü bu meslekler virüslüdür. Mikrop içerircesine seni kendine bağlarlar.

Polissindir... Sanki senden başkası olayları çözemez...

Rehbersindir... Sanki senden başkası oraları anlatamaz, o insanları taşıyamaz...

Gazetecisindir... Sanki senden başkası o haberi o kadar doğru yapamaz...

Hepsi boş... Önemli olan yaşamı keyifiyle yaşamak. Ve bir meslek seçerken kişinin aynada gördüğü silüete uygun bir meslek seçmesi...

Genç kardeşlerim var, mesleğimizin ilk dönemlerinde... Veya başka mesleklerin... Bu filme giden olursa o çorbacı sahnesinde konuşulanları biraz farklı dinlesinler. Bana son derece yapıcı geldi o konuşmalar...

Ben doğru meslek mi seçtim? O da bana kalsın...

Sağlıcakla...  

14 Aralık 2011 Çarşamba

Emre'nin Düşündürdükleri

Öncelikle Fenerbahçe'nin görevli biriminin bir an önce 'Basın Toplantısı' ile 'Basın Açıklaması' arasındaki ayrımı hayata geçirmesini istiyorum. Bunun sıkıntısını çalıştığım dönemde de sık sık yaşamıştım. Emre Belözoğlu için resmi site 'Basın Toplantısı' derken FBTV'de de 'Basın Toplantısı naklen yayınlanacak' anonsu sürekli yer aldı.

Sonrasında 'Soru yok' denildi ve toplantı açıklamaya döndü. Ne gerek var insanları böyle yönlendirmeye? O kadar insanı soru alınmayacaksa toplamanın amacı ne? Verin açıklamayı FBTV'den canlı yayında. Bir stüdyo konuğu olarak. Olsun bitsin.

Kamuoyunu 'modern' çağrışımı altında aptal yerine koymanın anlamı yok... Lütfen kulübümüzün medya sorumluları da bunu sürekli savunmaya çalışmasınlar. Kimse yemiyor... Savunmaları 'Andersen'den Masallar'a dönüyor... Aynadakini inandırsınlar, o zaman herkes de inanır... Yoksa üniversitelerde ders konusu olurlar 'Bir basın toplantısı bu şekilde olmaz' başlığıyla...

Dün bir yazı ile Emre'nin kadro dışı bırakıldığının resmi olarak açıklanmadığını ancak böyle bir durum varsa bunun kanımca doğru olduğunu söylemiştim. Kulübün son aylardaki en doğru kararı olarak görüyordum bu cezayı.

Ama kulüpten kimse çıkıp 'Gık' demedi. Emre çıktı. Gerginliğini 'Şike davası'na bağladı. Özürler diledi. Çaktırmadan medyaya çattı. Falan filan... Beklenen cümleleri dinledik...

Kanımca Fenerbahçe yönetimi sık sık dile getirdiğim 'Fenerbahçe Duruşu'nu sergilemekte tarihi bir fırsatı kaçırdı. Hatta ellere yüzlere bulaştı bu durum...

Aklımda sorular oluştu...

  • Belçika kampında bir taraftar laf attı diye Emre idmanı kimseye sormadan bırakıp gitmişti. Aykut hoca şaşırmış, 'Bu nereye gidiyor' demişti. Sonuç: Ne ceza, ne uyarı... Sadece bir özür... Sonrasında Emre'nin sürekli takımdan birileriyle gerginlikleri. Ve son olayda önce Cristian'la sonra hocasıyla atışması. Niye bunlar sonrası bir futbolcu ciddi bir ceza almaz?
  • Gerginliğini Şike Davası'na bağlayan futbolcu Fenerbahçe'in kaptanlarından biriyse kaptanlığı derhal alınmalı. Zira herkesin en güçlü durması gereken bir dönemde kaptan bunu der, bunları yaparsa, cemaatin ne yapsa hakkıdır.
  • Hep derler ki takımlarda yabancılar sürekli kollanır, hataları örtülür. Emre'nin bu tavırlarını yabancı bir oyuncu üst üste sergilese, yerli oyuncular ne dedikodu yaparlardı tahmin edebilir misiniz? Ben edebilirim... Çünkü 15 yılı aşkın kulüp muhabirliği yaptım.
  • Ve en önemlisi... Artık Aykut hocanın sabrı taşmaz mı? Hadi daha da ağırını söylim: Artık Aykut hocayı bu takımda takmayanlar olursa Emre'yi 'dümen' tutmazlar mı? Aykut hoca bunu hiç mi düşünmez? Fenerbahçe'nin hocasına futbolcu bu tavırları sergileyip özürle kurtarırsa Fenerbahçe'nin hocası ne düşünür? Şuna da hatırlayalım ki bu Aykut hocadan ilk özür dilenmesi değil ve bu bir hocaya fazlasıyla zarar verir

Bunları Emre'ye bir düşmanlığım olduğundan falan yazmadım. Aksine, dün de yazdığım gibi kendisiyle çok fazla bir muhabbetim olmadı. Zekası kıt kesimin öne süreceği gibi Fenerbahçe düşmanı falan değilim ve bu nedenle de yazmadım.

Yazmamın nedeni basit. Her yerde sürekli görmek istediğim ve gurur duyduğum 'Fenerbahçe Duruşu' yamulunca rahatsız oluyorum. Bundan yazdım.

Bir kesim var... Tanımam, etmem. Son dönem ortaya çıktılar. Herkesten çok Fenerbahçeli oluverdiler. Saygım var. Daha önceler nerelerdeydiler bilmem. Ben 14-15 yaşımdan beri tribündeyim. 15 yılı aşkın da bu işi yapıyorum. Ama nedense onları pek görmedim. Yine de saygım var.

Yalnız bir şeye dikkat etmeliler: Yanlışa sahip çıkmak değildir Fenerbahçelilik... Duruşu bozmadan korumak, duruşu bozanı da uyarmaktır. Bunu gerektirir Fenerbahçelilik...

13 Aralık 2011 Salı

Duruş

Emre Belözoğlu ile muhabbeti olan bir gazeteci değildim. Kendisine bir keç kez maç çıkışlarında veya idmanlarda basit gazeteci soruları sordum. Kabul etmeliyim ki o da bunları profesyonelce yanıtladı. Bir tersliğini görmedim.

Kendisini görev yaptığım sürede gazeteci, sonrasında ise bir Fenerbahçeli olarak her zaman herkesi takip ettiğim kadar yakından takip etmeye, gözlemlemeye gayret ettim.

Bugün kadro dışı bırakıldığı haberi geldi. Bu satırları yazarken resmi site, belki de zor bir konu olduğu için, henüz bir açıklama yapmamıştı.

Her dönem Emre futbolu kadar tavırları ile de tartışıldı. Tartışılmaya da devam ediyor. İyi ve çok faydalı bir futbolcu tartışılmaz bir konu. Ama Fenerbahçe veya bir başka takımdan büyük bir oyuncu mu? Bence değil... Kimse de olamaz...

Profesyonel bir futbolcunun görevi kendisinden istenileni yapmaktır. Kaptanın ise ayrıca takımı uyarmaktır, bazen huzuru sağlamaktır, bazen hırslandırmaktır. Ama takımı farklı şekilde yönetmek yönetmek değildir. Böyle bir futbolcunun kimseye kavga etme, kışkırtma lüksü yoktur. Evet, belki yapısı gereği sinirli, aşırı hırslı olabilir ama profesyosyonellik bunları belli bir seviyede tutmayı gerektirir. Emre bu seviyeden giderek uzaklaştı. Ve sonunda iş bugünkü noktaya geldi.

Evet, anlaşıldığı üzere kadro dışı kararını onaylayanlardanım. Belli bir süreç belki Emre'yi de bir yere taşır ve sonrasında eğer hala Fenerbahçe forması giymek isterse eskisinden çok daha faydalı bir oyuncu olarak döner.

Kararı teknik heyet mi aldı, yönetim mi bilemiyorum. Ama son derece cesur ve yapıcı bir adım.

Hemen eleştirileri duyuyorum. 'Fırsat doğdu sana eleştirmek için' diyenleri. Dikkat lütfen, ben bu kararı Fenerbahçe için alanları onaylıyorum.

Bir parantez... Bazıları gün içerisinde nedense Bilica örneğini gösterdiler. Bilica'yı Fenerbahçe forması içinde görmek beni sürekli yaralıyor. Bunun nedeni asla futbolu değil. Hatırlarsınız Bilica'nın yaptığı kazayı. Ve sonrasında kaçışını. Çarptığı adamın akibetine bakmadan oradan kaçmıştı. Belki de o kişi o an orada can çekişiyordu. Anlık bir müdahale gerekiyordu. Buna bakmadan oradan kaçmıştı Bilica. Eğer o bir Fenerbahçeli futbolcu olmasaydı ertesi gün poliste olurdu. Belli bir süre idare etti. Sonrasında bir sorgu ve kutlamalar içerisinde karakoldan çıktı. Böyle bir zalimliğe imza atan Bilica'ya benim memleketim, benim kulübüm hala çalışma izni veriyor. Futbolu kalsın kenarda. Bu olayı bana insani olarak kimse açıklayamaz...

Fenerbahçelilik bir duruştur. Herkes gelir geçer, Fenerbahçelilik kalır. Kimse kimsenin Fenerbahçeliliğini tartışamaz.

Yeri gelmişken... Bu konuda da bana laf atmaya çalışan zekası kıt bir kitle var. Geçin arkadaşlar bu işleri. Bugün beni yaşamımın bir kısmından tanıyan kimse Fenerbahçeliliğime laf atamaz. Hayatımın her kısmında beni tanıyan Fenerbahçe ile tanımıştır. Ben ne kimsenin sayesinde Fenerbahçeli oldum, ne de kimse yüzünden bırakırım...

Fenerbahçelilik br duruştur dedim. Bu duruş bana göre kişileri içermemeli. Futbolcu olsun, teknik adam olsun, yönetici olsun... Kim olursa olsun. Fenerbahçelilik gerektiğinde eleştirmektir, gerektiğinde savunmaktır. Ama ön plana Fenerbahçe'yi koymaktır...

Yine duyuyorum... 'Aziz Yıldırım'a olan sevgiszliğini aba altından gösteriyor' Zekası kıt olanların yaklaşımı. Evet, uzun yıllardır Aziz Yıldırım'a sıcak bakmayan biri olduğumu tanıyan herkes bilir. Yine o zekası kıt kesim sürekli Aziz Yıldırım aleyhine haberlerimi ön planda tutup beni de 'hain' kesimden göstermeye gayret eder durur. Kendisiyle ilgili 'Onun yaptığı tesisleri kimse Fenerbahçe'ye tarihinde kazandıramaz' şeklindeki haberlerimi görmezden gelmişlerdir. Büyük transferlere attığı imzaları alkışlayışımı. Ancak sportif anlamda yöneticiliğini beğenmedim. Daha da önemlisi camia içinde bölünmelerde başrol oynadığını hep düşündüm. Düşünmekten de öte sık sık yaşadım.

Şu dönem hakkında bir şeyler söylemenin yanlışlığını bile bile bunları ilk ve son kez dile getirdim. Getirdim ki demek istediklerimi bu konuya çekmek isteyenlere bir yanıtım olsun.

Fenerbahçelilik duruşu içinde herkesin kulübüne sahip çıkması gereken bir süreç yaşıyoruz. Galatasaray derbisine kadar herşey fena sayılmayacak bir seviyede gidiyordu. Derbi kötü oldu. Ama kaybedilen bir şey olmadığı kanısındayım. Sadece bir silkelenme gerektiren bir maç oldu ki bu da Bursa'da hayata geçti.

Hafta sonu Trabzonspor maçı var. Üzülerek ciddi bir kısmın bu maçı öfkeyle beklediğini görüyorum. Fenerbahçelilik duruşu öfke içermez. Gönlüm o gün inanılmaz bir tribün desteği ve şovuyla, sahada da 11 kişinin olağanüstü mücadelesiyle 'Geçen yılın haklı şampiyonu biziz' diyen bir Saraçoğlu gecesi yaşanmasından yana. Ve tüm bunların kurallar çercevesinde yaşanması. Öfkeyle kalkanın öfkeyle oturduğunu unutmamak gerekir.

Yaşamım boyunca mesleğim gereği profesyonelce, gönül bazında da kalpten Fenerbahçelilik duruşumu hep korudum. Bir Fenerbahçeli gibi mesleğime hep saygı gösterdim. Ve bir Fenerbahçeli olarak da kulübüme hep sevgimi yaşattım. Ve inandığım konuların hep arkasında durdum. Sağa sola kaymadım. Benimle aynı mesleği yapanların bir o yana bir bu yana sallanmalarını zaman zaman gördüm. Şimdilerde de görüyorum. Ben hep aynı yönde kalmaya gayret ettim.

Yanlış olduğuna inandığım herşeyi eleştirdim, yine eleştiririm. Ama bir haberci olduğum için ağırlığım hep haberden yana oldu. Eleştiriyi kendi dünyamda konuşabilen dostlarımla paylaştım. Küfür edenlerle, klavye kahramanlarıyla fazla temasa geçmekten yana değilim.

Twitter'da bazen hoş şeyler yaşıyorum. Seviyeli şekilde bana yaklaşanlarla aynı seviyede sohbet ediyoruz. Bazen anlaşıyoruz. Bazen anlaşamıyoruz. Ama iyi dileklerle ayrılıyoruz. Zekası kıt kesimle anlaşmak ise söz konusu olmuyor.

Şike davası sonrası ilk tahliyeler oldu. Çıkanların gözü aydın. Dileğim suçun henüz kanıtlanmadığı şu ortamda içeride kimsenin kalmaması. Sonrasında da kimin cezası netleşirse sonuna kadar çekmesi. Ama şu an içeride ne olduğu kanıtlanmadan bekleyenlerin durumu beni de üzüyor.

Bazı şeyleri de ilk günden beri kimse bana anlatamadı. Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ne gönderilmedi. Kabul edemiyorum ama yerine Trabzonspor'un gönderilmesini, Beşiktaş'ın Avrupa Ligi'ne katılmasını kabul edemediğim gibi daha bugüne kadar kimse bana mantıki bir şekilde açıklayamadı. Hele de bu iddianame çıktıktan sonra... Bana göre kararın tutarsızlığı daha net ortaya çıktı. Mantığım sürekli 'Ya hep ya hiç' deyip durdu. Neyse...

Aslında futboldan uzaklaşıp bu konulara girmek istemedim hiç. Çünkü bir faydamın olmayacağı noktadayım. Futbola yoğunlaşmaya çalışıyorum. Ancak bu sezon gerçekten çok zor oluyor bu yoğunlaşma gayretim...