Bir haber spotu gördüm. Metroda 6 genç, adamın birini
dövmüşler, etraftan da müdahale edip sakinleştiren olmamış…
Ne kadar sıradan bir haber artık bizler için aslında.
Benzerleri her gün yaşanıyor…
Herkesin dilinde aynı cümleler var… 2000’lerin başlangıcında
daha mutluyduk. 90’lar daha mutluyduk… 80’lerde ondan da mutluyduk… 70’ler çok çok daha mutluyduk…
Artık 60’lara da gelmeyeyim. Bir kısmını saygıyla anıyoruz,
anılacaklar listesine doğru giderken..
Aslında ne kadar çok şeyimiz var
o yıllara oranla… En önemlisi can yoldaşlarımız telefonlarımız! Son model
arabalar… Fıstık gibi yollar… Kanal kanal, platform platform TV izleme şansı…
Teknoloji… Hele de biraz paran varsa… Dünya senin değil mi?
Ama o bir eksik var ya, bir eksik… Bence bizi mahveden o…
Hoşgörümüz yok artık. Hiçbir şeye katlanamıyoruz. Gülmeyi
unuttuk, hırsların esiri olduk. Onun neyi varsa, benim daha iyisi olmalı. O ne
yapıyorsa, ben de aynısını, hatta daha iyisini yapmalıyım. Hatta yediğimi, içtiğimi,
gezdiğimi anlamsızca, içeriksizce de olsa yayınlayayım ki görsünler.
Ha gezdiğin bir yeri otur yaz, anlat. Uğraş, bir hikayesini dök
ortaya, eyvallah. Ama… Ama’sını sanırım hepiniz anlıyorsunuz…
Bu hırslar içerisinde gülmeyi, yetinmeyi unuttuk. Zaten bizi
bir yerlere taşıyan zihniyetin yasakları tepemizde, bir de yenilenen Türk
insanı yapısı…
Garip bir toplum olmadık mı?
Genç nesil elbette bilmez eskiyi…
Dile getirmeye çalışayım. Herkes cebindeki kadar yaşar,
mutlu olurdu. En önemlisi şaka yapardık birbirimize. TV’lerde eğlence
programları olurdu. Elbette bir sansür vardı ama böyle değildi. Sınırsızca değil ama hoşgörüyle sohbet edilirdi.
Dizilerde, filmlerde mesela 2 seven insanın öpüşmesi kadar normal bir şey
yoktu. Korkuyorum ki yakında öpüşme, hatta elele tutuşma sahneleri ayıplanacak,
yasaklanacak…
Zekamızdan şüphe edecek şeyler olmazdı. Mesela insanlar
alkol alır malum. Bu TV’lerde mahsurlu değildi. Artık yasak. Daha komiği,
eskilerden kalma filmlerde içki bardaklarının mozaiklenmesi. İnsanı tamamen
salak yerine koyan bir tutum. Çocuklar sorduğunda ‘Çekim hatası’ falan dememiz
isteniyor herhalde.
Sokakta çocuklar oynarken sadece fiziksel kazalardan
korkulurdu, düşer falan diye. Şimdi gerçi sokakta oynayan da kalmadı ama olur
da çıkarsa çocuk sokağa, en büyük korku sarkıntılık.
Eskiden kadın – erkek bir durum sonrası şakalaşırdı. Şimdi
benzeri bir şey olduğunda yorum tek: Herife bak, yürüyor!
2 hafta oldu, bir köydeyiz. Şehirden, insandan uzak. Karmaşa
yok, sahte düzenler yok. Daha huzurlu ama buralarda yaşamanın da gençler için
ekonomik olarak yaşam kurma olasılığı malumunuz çok kısıtlı. Ancak ciddi bir
sakinlik, doğallık söz konusu. Yazık ki böyle yaşayamıyoruz çoğunlukta ve
gerildikçe geriliyoruz.
Ben de 80’leri, 90’ları fazlasıyla özleyenlerdenim. Ne
yaşayacaksak özgürce, doğallığıyla yaşamak istiyorum. Zekayı ölçen
kısıtlamaların yerine daha hoşgörülü, gülümseyerek yaşamak istiyorum.
Medeniyetin insan yaşamına kattığı sözde etkenler, özümüzü fazlasıyla bozuyor.
Ünlü bir yerde cebimi boşaltan bir yemek yerine kendimizin hazırladığı bir
sofrada keyif almayı hedeflerken bunun yaşamın doğallığı olarak görülmesini
istiyorum. Bir deniz kenarına gittiğimde otopark, şezlong derken aptal yerine
konmak istemiyorum.
Bakkalları özledim, marketlerde kazıklanmaktan bıkmış biri
olarak… Ama sahibi de bakkal amca olacak, çakal bakkal değil!
Sokakta çocuklar oynarken 5 dakika da olsa onlara katılmak
istiyorum. Ailelerinden ‘Uzak durun çocuklardan’ tepkisi almadan…
Orada burada buluşalımdan ziyade 2 simit alıp evimizin
zilini çalan, ‘Çay demleyin hadi’ diyen insanlar yaşamak istiyorum…
Hayat dersi veren insanlar değil, bugün beraber nasıl güler
eğleniriz diyenleri bekliyorum…
Kısacası hoşgörülü bir hayatı izliyorum…
Evet, ekonomik şartlardan belki de tarihimizin en zorlu dönemini
yaşatıyor. Ama fütursuzca yaşama hırsı da bizleri tüketmiyor mu? ‘Komşusu açken
tok yatan bizden değildir’ denmiş. Bunu unuttuk mu? Peki, eldeki şartlarla da
bu dönemi keyifli hale getirebileceğimizin hesabını neden yapmıyoruz? İlla
parayla, harcamayla tüketimle mi çok mutlu olabiliriz?
Her dönem gelir geçer… Elbette bu günler de geçecek ama biz
kendimizi kaybettikçe bu süreç uzar. Kısa yaşamda sıkıntıların elbette hesabını
soralım ama yaşamaya da devam etmeye çalışalım…
Bunları yazan ben, yapabiliyor muyum? Tartışılır… Ama şu 15
günde çok daha farklı hissedebiliyorum, o bizi uçurumda dolaştıran düzenden
uzak durdukça…
6 çocuğun dövdüğü adamın haberini okumak insanın yaşam
enerjisini tümden alıyor…
Bugün ona, yarın bize…
Biraz kendimize gelmemiz çok önemli…
***
Bir süredir yazmak iyi geldi… Hatta entelleşip yeniden kitap
okumama bile etken oldu J
Destek verenler oldu, sağolsunlar…
Yorumlarınız, eleştirileriniz benim için önemli…
Bir yer bulsam bile yazacak - konuşacak, sizden gelen ilgi
doğrultusunda devam etmeye gayret edeceğim…
İyi geliyor…
Size de tavsiye ederim… Yazın… Rahatlarsınız..
***
BİR DAMLA FENERBAHÇE
Geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe’de belki de tarihin en renkli
Yüksek Divan Kurullarından biri gerçekleşti. Eylül ayında beklenen kongre
öncesi sanırım camianın son toplantısı oldu…
Yaşananlar malum… Pek değil hiç yakışmadı Fenerbahçe’ye bu
tablo. Yaklaşan sezon öncesi yol gösteren bir yorum, ezeli rakibin hamlelerine
karşı neler yapılması gerektiği, hatta bu hamleleri nasıl yaptıkları, TFF ve
hakemlere sezon öncesi takınılacak tavırlarla ilgili öneriler, takımın
gidişatıyla ilgili düşünceler bolca konuşulmadı! Hatta ne yazık ki hiç
konuşulmadı! Aksine, ‘Sen şunu yaptın, ben bunu yaptım, sen şöylesin, ben
böyleyim’ kavgası izledik.
Sonra da ‘Birleşelim’ önerisi atıldı ortaya… Şunun altını
çizelim: Koç, Yıldırım ve Saran birbirini hiç sevmeyen 3 figür ve birleşmezler,
onlar bu haldeyken kavga eksik olmaz. Olur da birleşir gibi olsalar da
sağlıksız ve kısa süreli olur!
Geçelim kurul sonrası ortaya çıkan tabloya…
Ali Koç…
Belki de en sakin ve yapıcı konuşmalarından birini gerçekleştirdi.
Bunu her geçen dakika öfke ve hırs seviyesinde kayıp yaşayan Aziz Yıldırım’a
borçlu. Önceki konuşmalarını hatırlıyorum da… Eğer kurulda Aziz Yıldırım
olmasaydı, yine bazı kesimlere kızgınlık ve öfkesini yayarak camianın yeniden
huzursuz olmasına neden olabilirdi ama olmadı. Başkan Koç toplantıyı bir kez
daha izlerse, aslında sakin ve camiadan kimseye sataşmadan etkili olabileceğini
görmüş olabilir. Gerçi yine Hakan Bilal Kutlualp ve Emrah Tümay’a bazı
salvolarda bulundu ama geçmişteki üslupları sonrası bunları görmezden
gelebiliriz…
Hapise kadar girmiş bir eski başkana karşı ‘Tarihin en çok
saldırılan başkanıyım’ demesi ilginç olmakla beraber kendisine karşı çok çirkin
ifadeler kullanıldığını kabul etmemiz gerekir. Sanal platformlarda başkan ve
ekibine gerçekten ‘iğrenç’ denilecek üslup içindekilerin divan konuşmalarında üsluptan
yakınıp ‘Birleşelim’ çağrısında bulunmaları trajikomikti…
Evet, Ali başkanın bazı konuşmalarında çok itici olduğunu
kabul ediyorum. Birkaç kez bire bir karşılaşmamızda bana takılırken
söyledikleri bile garip gelmişti açıkçası. Ama 7 yıldır bu kadar emek ve para
verip, çok sevdiğine inandığım Fenerbahçe’nin başarılı olması için sinir
sağlığında bile sıkıntı yaşayacak duruma gelen başkanın gerçekten başarılı
olmasını çok istiyorum. Ama gidişat yine sıkıntılı… Sırf transferdeki yavaşlık
değil, ‘Biz biliriz’ havası endişe verici.
Ama en önemlisi… Camianın mevcut başkanı olarak camiayı
biraraya getirememek büyük sıkıntı. Eleştiri için pusuda bekleyenler var. Başarı
olursa muhalafete saldırmaya hazır bir ekip beklemede… Yani sanki Fenerbahçe’nin
başarısı değil söz konusu…
Aslında çok şey yapılabilir. Bir kere sosyal tesisler
kapılarını daha sevimli bir şekilde açıp üyelerin birlikte yaşamasını
sağlayabilir. Düşünün ki üyeler Dereağzı tesislerine giremiyor bile. Takım
biraz daha seyirciye yaklaştırılır. Hadi sezon açılışı olmadı, haftada 1 kez
Dereağzı’nda idman bile Fenerbahçe ruhunu bilmeyen oyuncuların mesuliyetini
arttırır. Dereağzı olmadı, stat… Eski deneyimli isimlerle daha çok biraya gelip
iyi enerji dağıtmak, taraftarın üzerindeki elektriği de azaltır.
Ve transfer… O konuda artık diyecek bir şey yok… Çoktan fena
geç kalındı… Futbol takımına ‘Transfer olmasa da Mourinho bu işi bu yıl götürür’
misyonu mu yüklenmek istendi, gerçekten çözemedim ama Portekizli de öyle
olmadığını üstü kapalı ifade etti. Bu kadroyla ne olacak, hele Feyenoord
maçlarında, çok merak ediyorum…
Aziz Yıldırım…
Başkanlığı zamanında çok ters düştüm. Beni pek sevdiğini
sanmam Aziz başkanın, sorun değil. Ben muhabirlik görevim ve Fenerbahçe sevgim
ne gerektiriyorsa doğru – yanlış yapmaya gayret ettim. Zamanında güzel günler
de yaşadık muhabir olarak. Elbette takımın başarısı doğrultusunda mutlu, sakin
günler anlamında ifade ettim. Bu arada her geçen dönem daha tecrübelendi Aziz
başkan. Bir o kadar da ‘Ben bilirim’ havasına o da büründü. Doğrudur, çok şey
öğrenmişti. Ve tam bunları hayata geçirme sürecinde malum kumpası yaşadık. Çok
üzülmüştüm, çünkü süreci yaşamayı hakedecek bir hata söz konusu değildi. Zaman
her şeyi ortaya çıkardı ama başkan ve arkadaşlarının ödediği yanlış hesabın
telafisi olamaz…
Tüm bu tecrübelerinin yansıması için olası bir dönem daha
Fenerbahçe başkanlığına sıcak bakardım Aziz başkanın. Son yıllarda daha
barışçı, daha gülümser bir figür olmuştu. Tecrübesine elbet hiçbir şey denemez.
Ama son kurul 2 noktaya çekti beni… İlki, kusura bakmayın ama Aziz başkana
artık ağır hava gelmiş, sanki enerjisi süreklilik şeklinde Fenerbahçe’ye
yansıyamaz… İkincisi… Kızdı Yıldırım kurulda, haklı da olarak. Ama kızdığı
anlarda eski günler geldi gözümün önüne, herkesin kalbini kırabildiği günler.
Bir kez daha başkan olursa, kızıp sinirleneceği günler çok olacaktır ve
Fenerbahçe ailesinin böyle öfkeli görüntülere artık hiç mi hiç tahammülü yok.
Aziz başkan Fenerbahçe’nin artık tartışılmaz ‘kanaat önderi’
olmalı. Her fırsatta kulübün içinde yaşaması sağlanmalı. En ufak konuda
danışılmalı. Ama laf olsun diye değil, dedikleri dikkate alıp uygulanmalı. Kalbi
kırılmamalı, küstürülmemeli. Herkes bilmeli ki şu an ondaki deneyim kimsede yok
ve bundan fayda sağlanmalı. Aziz başkan zamanında Ali Şen başkandan kaçardı,
kendisiyle iletişimde olmak istemezdi. Benzer hata yapılmamalı…
Sadettin Saran…
Galiba bu kez adaylığını sonuna kadar götürecek Sadettin
Saran. Koç – Yıldırım kavgasına girmeden kenarda kalması artı oldu kendisine.
Ama en azından başkan adayı bir isim olarak söz alıp, ‘Ben bu kavgada yokum.
Sadece başkan olursam yapmak istediklerim, yolum şu…‘ diyerek sesini
duyurabilirdi. Yıllar içerisinde üzerinde çok eleştiri birikti. Özellikle 3
Temmuz’daki sessizliği camia tarafından her zaman tepki gördü. İşi zor… Tüm
başkan adaylarının çevresinde onu kontrol altında tutmaya çalışan bir yapı oluşur
ki bu çok tehlikelidir. Sadettin Saran’ın etrafında bunun en ağırlarından biri
olduğu anlatılıyor, bu çok tehlikeli… Sadettin Saran’ın yolu biraz uzun gibi
geliyor bana. Taraftar değil ama önce kongrenin, camianın içinde daha çok
durmalı… Ancak kendi yöntemleriyle….
Evet, meşhur Divan Kurulu sonrası bunları gözlemledim… Ne mi
olur?
Sanırım Ali Koç başkan, seçimde önde olacağının sinyalini
verdi. Aziz Yıldırım adaylığa karar verse bile, biraz daha farklı hamlelerde
bulunmaz ise işi zor gibi geliyor…
Bu arada son dönemde kafaya taktığım Fenerbahçe’nin dijital
platformlardaki iğrençliklerinin yarattığı tehlikenin de altını çizmekte fayda
var. Eskiden Fenerbahçe medyası vardı, hepsi gazete, radyo ve TV’ler
vasıtasıyla 1’e1 ortaydılar, ben dahil… Şimdi troller var… Bir yandan kendi
isimleriyle, bir yandan sahte isimlerle ortalığı iğrençleştirip duruyorlar.
Koç olsun, Yıldırım olsun, Saran olsun… Kim olursa olsun…
Hepsi bunlardan rahatsız olduklarını söyleyip ilgilerinin olmadıklarını, takip
etmediklerini söylüyorlar ama yalan! Hepsi bu yolu sıcak tutuyorlar. Kendileri
olsun, etrafındakiler olsun bu trolleri bir şekilde kullanıp birbirlerini
yıpratmaya çalışıyorlar ama asıl zararı Fenerbahçe görüyor. Ve ne yazık ki
Fenerbahçe sevdalıları da bunlara itibar gösterip güçlenmelerine neden oluyor.
Bakın dikkat edin, çekirge misali bu tiplerin çoğu bir oradalar, bir buradalar.
Eylül’de yine zıplama sürecine girerler. Başta transfer olmak üzere fütursuzca
atarlar. Beslendikleri kesime kayıtsız şartsız bağlılık gösterirken, en ufak
bir eleştiride bulunmazlar. Bu nedenle bunlar asla trollüğü aşıp gazeteci
olamazlar…
Camianın liderlerinin asıl tedbir alması gereken de bu
kirlilik, iğrençlik…
Siz siz olun, takipte seçici olun… Zıplamayanları tercih
edin… Prim vermeyin…
Radyosu, TV’si… Her şeyi olan Fenerbahçe, niye objektif bir
şekilde kendi medyasını öne çıkaramıyor, bunu da anlamıyorum. Çalışanları çok
tecrübeli ama kurallar malum. Ne geçmiş, ne mevcut yönetimlerde bu yol tercih
edilmedi. Bırakın Fenerbahçe’yi eleştirenler FBTV’de eleştirsin mesela. Oradaki
eleştirinin bir üslubu olur en azından!